Advertisement
ANALİZ ABONE OL

Süt sektörüne yönelik analizimizin ilk bölümünde 2013 yılına yönelik üretim, tüketim, ihracat ve ithalat verilerini paylaşmıştık. İlk bölümü henüz okumayanlar için yazının sonunda analizimizin linkini paylaşıyoruz.

Bu bölümde ise süt üreticileri açısından sektörün öncelikli sorunları ve çözüm yolları ile barındırdığı risk ve potansiyellere değineceğiz.

Bugün hayvancılık sektörünün en önemli sorunu girdi maliyetlerindeki aşırı yükseliş. Bu hem süt hem de et üreticileri açısından kritik önemde.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın verilerine göre 2002-2013 yıllarını kapsayan dönemde karma yem ve mazot fiyatlarındaki artış yüzde 300’ü buluyor. Aynı dönemde kimyasal gübre fiyatlarındaki artış ise cinsine göre yüzde 240 ila yüzde 320 oranında değişiyor.

- Girdi maliyetlerinin yüzde 70’i yem -

Yem giderleri süt üreticileri açısından işletme giderleri içerisinde ciddi bir faktör. Üreticilerin aylık giderleri içinde yemin payı yüzde 70'i buluyor. Süt üreticisi, maalesef ne hammadde girişlerinde ne de ürettiği ürünü satarken fiyatını belirleme lüksüne sahip değil. Mazot, elektrik, yem dahil hiçbir girdinin fiyatını üretici belirleyemiyor. Bu yüzden süt üreticileri hem girdi maliyetleri hem de satış fiyatları konusunda arada sıkışıp kalıyor.

Avrupa, ABD gibi gelişmiş ülkelerde kabul edilen bir gerçek var. Üretici bir litre sütünü üretip sattığı zaman bir buçuk kilo yem alabiliyor. Bu, tüm dünyada kabul gören süt-yem paritesi. Türkiye'de bu parite oldukça değişken. Ulusal Süt Konseyi’nin belirlediği mevcut çiğ süt referans fiyatı litre başına 1.15 TL. Tabii bu referans fiyatın bir bağlayıcılığı yok. Anadolu’nun farklı bölgelerinde çiğ sütün litre fiyatı 90-95 kuruşa kadar düşüyor. Bugün itibariyle bir litre süt satan üretici yaklaşık 1 kilogram yem ya alıyor ya alamıyor.

Sektördeki dalgalanmaların da etkisiyle 2008-2009'da bir milyon baş anaç hayvan kesime gitti. Bire bir buçuk paritesi sağlanamadığı zaman üreticiler hayvanına bakamaz hale geliyor ve hayvanlarını kesime gönderiyor. Kesime anaç hayvan gittiği zaman yavru olmuyor. Bu da et ve süt üretiminde sıkıntı yaşanması anlamına geliyor.

Bu açıdan bakıldığında yem üretimi süt sektörü üzerinde önemli bir etkiye sahip.

- Yem hammaddesinin %41’ini ithal ediyoruz -

Türkiye’de yem sektörü yüzde 41 oranında ithal hammadde kullanıyor. Soya, melas, küspe gibi hammaddelerin bir bölümü Rusya ve Ukrayna’dan ithal ediliyor. Sadece bu iki ülkeden 7 kalem hammadde ithal ediyoruz.

Özellikle son dönemde dolardaki yükseliş ve Rusya-Ukrayna krizine paralel olarak yem hammadde fiyatları arttı. Bu da otomatikman yem fiyatlarına zam olarak yansıdı. Çünkü sektörün mevcut  hali ithal hammaddeye dayalı bir yapıda.

Yem hammaddesi konusunda piyasalarda bir diğer fiyat baskısı da Çin’den geliyor.  1.5 milyarlık nüfusa sahip Çin ekonomisi büyüyor ve artan alım gücüne paralel olarak tüketim de yükselişte.

Çin’de hayvansal ürünlere talep artıyor. Bu da soya gibi birçok hayvansal üretimde önem arz eden bitkilere talebi yükseltiyor. Dünyada 260 milyon ton soya üretiliyor. Ticarete konu 100-105 milyon ton soyanın 70-75 milyon tonunu tek başına Çin alıyor. Bu da fiyat artışında bir başka etken.

Yem sektörü ithal hammadde zorunluluğundan kurtarılmadığı sürece de bu sorun devam edecektir.

- Türkiye’de yem üretimi yetersiz seviyede -

Peki Türkiye’de yem üretimi artmıyor mu?

Artıyor ama yetersiz.

Geçen yıl mısır üretimi bir önceki yıla oranla 1.5 milyon ton artarak 4.5 milyon tondan 6 milyon tona yükseldi. Ama buna rağmen 1.5 milyon ton mısır daha ithal ettik.

Türkiye 2013’te yaklaşık 2.2 milyon ton soya ve soya küspesi ithal etti. Türkiye’de ise sadece 180 bin ton soya üretimi gerçekleşti.

Geçen yıl toplam 16 milyon ton yem üretildi ama 6.5 milyon ton yem daha ithal etmek zorunda kalındı.

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.

Buradan şu sonuç çıkıyor. Bitkisel ürünlere yönelik plansız üretim politikaları hayvancılık sektörünü doğrudan olumsuz yönde etkiliyor.

Projeksiyonlara göre gelecek 5-10 yılda karma yem ihtiyacı 30 milyon tona yükselecek. Bunu nasıl karşılayacağız? İthalatla mı?

Bu açıdan bakıldığında sadece karma yem ile sürdürülebilir ve verimli şekilde hayvancılık yapmak çok zor. 

Türkiye’nin uzun vadeli bitkisel ve hayvansal üretim stratejisini belirlemesi lazım.

Bugünkü mevcut durumdan ders çıkarılarak yem hammaddesi üretimi artırılmalı.

- Almanya yem üretiminde kendi kendine yetiyor -

Almanya yem üretiminin yüzde 92’sini kendisi sağlıyor. Yemde ithal hammadde oranı yüzde 8 civarında. Almanya bu sonucu bitkisel üretimde çok etkili bir planlamaya sahip olarak elde ediyor.

Son dönemde Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı, yağlı tohum ihtiyacını gidermek için kuraklığa da dayanıklı bir bitki olan Aspir üretimini destekliyor. Bu alanda yine bir başka ürün olan kolza üretimi daha da artırılabilir. Zaman zaman konuştuğumuz sektör temsilcileri de benzer önerilerde bulunuyor.

Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık için ayçiçek tohumu küspesi, pamuk tohumu küspesi, kolza küspesi ve aspir küspesi üretimi artırılabilir. Türkiye hayvancılık açısından soya küspesine bağımlı hale gelmemeli. Protein açığı alternatif üretimlerle giderilmeli.

Mevcut şartlar altında üretici kaba yem üretimine ve çeşitliliğine daha fazla ağırlık vermeli.

Tüm gelişmeler ışığında yem hammaddesinde dışa bağımlılık söz konusu iken hem et hem de süt üreticileri açısından hayvancılıkta istikrarlı bir yapıdan söz etmek oldukça zor. 

- Teşvik ve destekler artıyor ama işletme sayısı azalıyor -

Türkiye’de son 10 yılda hayvancılığa önemli teşvikler ve destekler sağlandı.

2002 yılında 50 baş ve üzeri büyükbaş hayvan bulunan orta ve büyük boy hayvancılık işletmesi sayısı 4 bin 300 iken 2013 yılı itibariyle bu rakam 28 bin 412’ye ulaştı. Yani son 10 yılda 24 bini aşkın 50 baş ve üzeri büyükbaş hayvancılık işletmesi kuruldu.

Orta ve büyük ölçekli işletmelere yönelik böyle bir fotoğraf var iken bir de madalyonun diğer yüzüne bakmakta fayda var.

Resmi rakamlara göre Türkiye’de son dönemde özellikle hayvancılık alanında işletme sayıları giderek azalıyor. 2011 yılında 1 milyon 745 bin işletme varken 2013 yılında bu rakam 1 milyon 251 bine geriledi.

Süt işletmelerinin %76,3’ü 1-10 baş arası hayvana sahipken, işletmelerin %98,38’lik bir kısmı 50 baştan daha az hayvana sahip çiftliklerden oluşuyor.

İşletmelerin sahip oldukları hayvan sayılarına göre küçük ölçekli olması, girdi maliyetlerinin yüksek olmasına, süt verimi yüksek sığır ırklarının temininde zorluklara ve ürünlerin pazarlanmasında güçlüklere neden oluyor. Bu olumsuz şartlar altında da maalesef üretici bu işten çıkıyor.

Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı’nın tüm teşvik ve desteklerine rağmen hayvansal ve bitkisel alanda planlı bir üretime ve sürdürülebilir politikalara ihtiyacı var dememiz bu yüzden.

 

Bloomberg HT Editörü

İrfan Donat

idonat@bloomberght.com