Advertisement
TÜRKİYE EKONOMİSİ ABONE OL

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Hacim ile nicelik ile niteliksel kar arasında bir fark olmuşsa bizim süratle yapmamız gereken makro ekonomik istikrarı koruma tedbirleri ki önümüzdeki hafta muhtemelen ya da daha sonraki hafta makro ekonomik sektörel değişimleri de ilan edeceğiz. Orada istikrarı korurken reel sektörü bizim ciddi, yeni bir yapısal çerçeveye oturtmamız, geliştirmemiz lazım" dedi.

Ekonomik modelin değişmesi ve Merkez Bankasına siyasetin müdahale etmesine ilişkin tartışmaların sorulması üzerine Davutoğlu, küresel ekonomik krizin ülkeleri nasıl etkilediğiyle ilgili bilgiler verdi.

Küresel ekonomik krizin ardından 2009'da Dışişleri Bakanı olduğunu anımsatan Davutoğlu, 4-5 yıl içinde 7 Yunanistan, 8 Romen, 4-5 Fransız dışişleri bakanı gördüğünü belirtti.

Bu durumu siyasal istikrarsızlığın da tetiklediğine işaret eden Davutoğlu, artık ekonominin herhangi bir sektörünü diğerinden ayırmanın mümkün olmadığını anlattı.

Soğuk savaş sonrası krizleri anlattığı konuşmalarına değinen Davutoğlu, "1991 jeopolitik deprem, 2001'de güvenlik depremi, 2008'de ise ekonomik-politik deprem yaşadık. Ekonomik deprem değil bu, ekonomik politik deprem çünkü siyasal alanda yanlış alınan kararlar, bir müddet sonra bir ekonomik depreme yol açtı. Dolayısıyla karşı karşıya kaldığımız şey saf finansal bir problem değil. Sadece bankacılık sistemiyle ilgili alınabilecek tedbirlerle aşılabilecek bir durum değil" değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, ekonominin bütünlüğü ve siyaset alanının hemen hemen tamamını etkileyen bir tablo varsa çözümlerin de ekonomik-politik bütünlük içinde ortaya çıkması gerektiğini vurguladı.

"Bana kimse şunu diyemez 'Avrupa Merkez Bankası, Avrupa siyasi otoritelerinden hatta Almanya'nın siyasi tercihlerinden bağımsızdır' diyemez" ifadesini kullanan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Makalelerimde, 1990'lı yıllarda da yazmıştım. 90'lı yıllarda Doğu Avrupa'daki demokratikleşme dönüşümünün en önemli motor güçlerinden biri Alman Merkez Bankasıydı. O zaman daha avroya geçilmediği için... Birçok Doğu Avrupa ülkesinde paralar çökünce Alman markı kullanılmaya başlandı. Bosna Hersek'te ve birçok yerde de. Bunu şunu için zikrediyorum; siyasi alan ile ekonomik alanı ekonomik alanda da finansal alanları reel sektör alanını birbirinden mutlak anlamda koparmak mümkün değil. Bu Merkez Bankasının bağımsızlığı karşısında söylenmiş bir çerçeve de değil. Merkez Bankası kendi parasal politikalarını ortaya koyarken rasyonel bir karar mekanizması içinde koyar. Bu ancak ve ancak hükümetlerin bütüncül politikaları içinde anlam taşır."

Faiz indirimi

Başbakan Davutoğlu, "Merkez Bankasının faizleri indirmesini bekliyor musunuz?" sorusu şöyle yanıtladı:

"Mayıs ayındaki beklenti bu aylara doğru yüzde 6'ya doğru gerilemesi. Olmadı. 'Niye olmadı' diye sorduğumuzda, tarım fiyatlarının beklenilenin üzerinde çıkması... Normalde yaz aylarda düşmesi beklenen tarım ürünleri fiyatları biraz da kuraklık sebebiyle yüksek çıktı. Peki bu neyi gösteriyor? Tarım politikalarıyla ilgili bir husus, Merkez Bankasının beklentilerini etkileyebiliyor. Dolayısıyla tarım politikalarından faiz politikalarını ya da enflasyon politikalarını ayırt etmek mümkün değil. Herhangi bir sektörden ayırt etmek mümkün değil."

Tarım politikalarıyla ilgili komite

Davutoğlu, konuyla ilgili yapısal bir karar aldıklarına dikkati çekerek, tarım politikalarıyla ilgili Merkez Bankası, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile ilgili sektörlerin içinde bulunduğu bir komite oluşturduklarını söyledi.

Merkez Bankası politikalarının, ülkenin genel ekonomik dengelerinin dışında ele alınamayacağını vurgulayan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Koordinasyon etkinliği dışında bu politikaları nihai kertede etkileyecek şey hükümetin siyasi tercihleri, ekonomik tercihleri ve ne yönde ekonomi politikalarını şekillendirdiğidir. Şöyle düşününüz; G20 liderlerine açıkça yüreklilikle ifade ettim. Biraz da Türkiye'ye olan güvenin hissedilmesi için... 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerinden sonra, 62. Hükümet'in oluşumu esnasında da bir siyasi istikrarsızlık söz konusu olmuş olsaydı, bunların herhangi bir aşamasında, acaba Merkez Bankası enflasyon ve faiz oranlarını burada tutabilir miydi? Siyasi istikrarı gözardı eden bir ekonomik politika başarılı olabilir mi?"

Davutoğlu, Merkez Bankasının nihayetinde bir ekonomik bütünlük içinde hareket ettiğini belirterek, politikalarını da buna göre belirlediğini aktardı. Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Hükümete belli konularda tavsiyelerde bulunur ama nihai ekonomik politika belirleme yetkisi de hesap sorulabilme yetkisi de hükümettedir. Hükümetin bu konuda söyleyeceği husus Merkez Bankasının irrasyonel bir politika yöneltilmesi de değildir. Aksine sağlıklı koordinasyon en doğru zamanda doğru politikaların belirlenmesini sağlar. Tabii ki dünyada faiz oranları aşağıya doğru çekilirken Türkiye'nin de bu faiz oranlarında reel sektörü teşvik edecek şekilde bir düşüş içine girmesi beklentisi reel sektörde olur. Enflasyon oranları ile faiz oranları arasındaki ilişkinin bu anlamda rasyonel bir şekilde tanımlanması ve dünya ekonomi politiğindeki gelişmelerle ülke ekonomisi arasındaki irtibatın doğru gözlenerek, önemli olan öngörülebilir bir ekonomik istikrarın sağlanması. Esas itibarıyla nedir? Parasal endikasyonlar ya da finansal ve mali endikasyonlar ülkedeki reel üretimin bir yansımasıdır. Nihayet reel olarak ne ürettiğiniz ve ne tükettiğinizle ilgili."

"Niteliksel bir sıçrama yapmak"

"Bu refahı sürdürebilmek ve ortaya koyduğunuz tezleri gerçekleştirebilmek için ne tür ekonomik araçlar öngörüyorsunuz?" sorusu üzerine Davutoğlu, Türkiye'nin 12 yıllık kalkınmasına bakıldığında atıl kapasitenin ciddi şekilde kullanıldığının görüldüğünü bildirdi.

Ahmet Davutoğlu, 2001 krizinden sonraki atıl kapasiteyi maksimum düzeyde kullandıklarını dile getirerek, "Türkiye'de 90'lı yıllarda ekonomi ve siyaset arasındaki ilişki o kadar yanlış yapılanmıştı ki çok ciddi bir kaynak kaybı vardı... Çok ciddi bir altyapı üzerinden kalkınma yatırımları ortaya çıktı. Duble yollardan hastanelere kadar ülkenin kalkınmasıyla zaruri olan her şey... Şimdi bugüne kadar yaptıklarımızın hepsi bizim için var olan yapı içinde bir sıçramaydı. Şimdi yapmamız gereken sadece niceliksel ve atıl kapasite kullanımının ötesine geçerek niteliksel bir sıçrama yapmak. O da nasıl olur. Teknoloji yoğun alanlara yönelmek gibi" şeklindeki görüşlerini paylaştı.

"Hiçbir ülkede son bir yıl içinde 1,2 milyon iş üretilmedi"

"Sektörel bir teşvik olup olmayacağına" ilişkin soruyu Davutoğlu, "Kesinlikle" diye yanıtladı. Davutoğlu, "Sadece 6 bölgeye dayalı bölgesel teşviklerin ötesine geçecek şekilde, bizim belli alanlara, yani teknoloji yoğun sektörlere ayrıca teşvik vermek suretiyle bu sektörler eğer birinci ve ikinci bölgenin dışındaysa daha da fazla teşvik vermek suretiyle Türkiye'nin geneline bunu yaymak..." ifadesini kullandı.

"Buradaki ikilem şu; hem istihdamı düşünmeyeceksiniz teknoloji yoğuna geçerken çünkü Türkiye nüfusu hızlı büyüyen bir ülke, bundan da şikayetçi değiliz" değerlendirmesinde bulunan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"G20'de bir başarı hikayesi olarak herkes tarafından kabul edildi, 1,2 milyon istihdam bir yıl içinde, krizden bu yana Türkiye'de 5,6 milyon iş, istihdam oluştu. Şimdi son işsizlik rakamlarının biraz yüksek çıkması, tabii gerekli tedbirleri alacağız ama nihayetinde dünya ölçeğine bakıldığında başka hiçbir ülkede son bir yıl içinde 1,2 milyon iş üretilmedi ekonomik krizden sonra. Yani burada bizim niteliksel sıçramamız, teknoloji yoğun ve insan kaynağını güçlendirmemiz."

Türkiye'nin elindeki kaynakların insan ve coğrafyası olduğuna işaret eden Davutoğlu, coğrafyayı etkin kullanacaklarını, insanın niteliğini artıracaklarını vurguladı.

Bunun da inovasyonla teknoloji kullanımı, eğitimle insan kaynağını geliştirmeyle olacağını dile getiren Davutoğlu, "12 yıllık eğitime geçişten üniversiteleri teşvike kadar. Şu an Türkiye'nin ortalamasına bakarsanız, orta iki terk bir ülkeyiz. Bizim bunu liseye, üniversiteye çıkarmamız lazım. Zaten yapısal projeye baktığınızda, 25 sektöre, hep bu yönde atılan adımlar. Coğrafyamızı da enerji transiti olarak da ulaştırma hatlarının geçişi olarak da etkin bir şekilde kullanacağız" diye konuştu.

"Irak piyasasını kesinlikle terk etmemiz lazım"

Başbakan Davutoğlu, başka bir soru üzerine, 9 sektör programının kritik maddelerinin birinin "taşımacılıktan lojistiğe geçiş" olduğunu söyledi.

Bunun niteliksel değişme olduğunu anlatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Taşımacılık sadece bir malı alıp, bir yerden bir yere taşımak suretiyle tamamıyla niceliksel bir şeydir. Lojistiğe geçtiğinizde artık taşımacılık bir derinlik kazanıyor. Lojistik limanlar oluştuğunda, yani bir bütün olarak bakıp 'şu taşımacılık, şuralarda mallar birleşecek, şu limandan aktarılacak ve dünya ekonomisiyle entegre olacak', bu lojistik bakışıdır. Tipik bir yapısal değişim şeyidir bu taşımacılıktan lojistiğe geçiş. Mesela sağlık reformundan sağlık turizmine geçiş, yapısal bir değişikliktir. Sağlıkta büyük reformlar yaptık. Kendi ülkemiz, kendi insanımız için başarılı da olduk. Şimdi bunu bir sektör haline dönüştürmemiz lazım sağlık turizmi üzerinden."

"Şu andaki yaptığımız, bu reel sektör açılımlarının çoğunda bu yapısal değişim var, ithalata olan bağımlılığın azaltılması" ifadesini kullanan Davutoğlu, "Ara malı ithalatı mesela, Türkiye bir kilogram mal şey yaptığında 1,5 dolar kazanıyor. 1,5 doların karşılığı Almanya 4,5 dolar kazanıyor" dedi.

Başbakan Davutoğlu, "Yani hacim ile nicelik ile niteliksel kar arasında bir fark olmuşsa bizim süratle yapmamız gereken makro ekonomik istikrarı koruma tedbirleri ki önümüzdeki hafta muhtemelen ya da daha sonraki hafta makro ekonomik sektörel değişimleri de ilan edeceğiz. Orada istikrarı korurken reel sektörü bizim ciddi, yeni bir yapısal çerçeveye oturtmamız, geliştirmemiz lazım" değerlendirmesinde bulundu.

Hala üzerinde düşünmeleri gereken alanların olduğunu belirten Davutoğlu, şu görüşleri bildirdi:

"Geçen Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda, DEİK'te konuşurken iş adamlarımıza seslendim. Hiçbir kriz sadece risk değildir. Kriz sonrasına hazırlanabilirseniz her krizden bir fırsat çıkar. Avrupa Birliği'ndeki resesyon sonrası döneme şimdiden hazırlanıp Avrupa Birliği'nde hangi sektörlerde, sadece beyaz eşya alanında değil hangi sektörlerde Avrupa piyasasında boşalan alanları doldurabiliriz planlamamız lazım. Komşu ülkelerdeki siyasal krizlerin sonrasına yönelmemiz, Irak piyasasını kesinlikle terk etmemiz lazım. Afrika'da, niye açıyoruz bu kadar çok büyükelçilik? Afrika'da ticareti artırma yanında şirketlerimizin yapısallarının değişmesi için Afrika'daki piyasaları kullanmamız lazım."

"Türkiye olarak şunu bilmemiz lazım, yine yapısal bir unsur olarak, hem demokrasisi Avrupa standartlarında olacak, üretimi ve verimliliği Çin standartlarında" diyen Davutoğlu, "Buradaki temel çelişki alanı ne? Emek ücretleri çok yüksek bizde. Avrupa standartlarında sendikal yapılanma olduğu için. Çin'de olmayan bir şey. Çin ile o yüzden rekabet gücümüz zayıflıyor. O zaman yapılması gereken, Afrika'daki birçok firma Etiyopya'da tekstil fabrikaları kuruyor, ucuz işgücü olan yerlerde de yatırım yapmak. Hem oradaki insanlara istihdam oluşturmak ama şirketlerimizin yapısal olarak da kendini yenileyebilecekleri ve katma değerlerini artıracakları dış yatırıma yönelmesi bizim kazancımızdır" ifadelerini kullandı.

"Gerektiğinde tabii her türlü tedbir alınır"

Bütün bunlarla birlikte artık daha büyük ölçekli düşünülen, sadece Türkiye sınırları içinde değil küresel alandaki her türlü mal ve para akışını gözeterek tepki verebilen bir yapıya kavuşulması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, "Aslında takdir etmek ve burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum, ihracatçılarımız ve girişimcilerimiz böylesi bir dinamik yapıya da sahipler. Son ihracat rakamlarındaki artış bunun çarpıcı bir göstergesi" dedi.

Davutoğlu, dolayısıyla gerek Merkez Bankasının finansal istikrar faaliyetleri gerek bütçe disiplini gerekse reel sektörde bütün bunları bir entegre politikanın parçası olarak gören bir yaklaşımı egemen kılacaklarını dile getirdi.

"Hele hele son dönemde dünyanın her yerinde siyasi iktidarlarla merkez bankaları arasında çok daha fazla iletişimin olduğu bir döneme giriyoruz çünkü her birini etkiliyor" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Şu anki yapı içinde dahi bir takım kısıtlayıcı yaklaşımlar yerine daha açık bir şekilde konular iletişim içinde konuşulduğunda birçok problemin aşılacağı kanaatindeyim ama gerektiğinde tabii her türlü tedbir alınır. Şu anda Türkiye'nin siyasi istikrarı ile ekonomik istikrarımızın bu derece önemli olduğu ve aslında işleyişte de bu anlamda bir sıkıntının olmadığı bir dönemde hepimizin yoğunlaşması gereken bu istikrarın nasıl korunacağı. Bizim hükümet olarak 2015 seçimlerine giderken hiçbir zaman popülizme düşmeden ama bir taraftan da bu ülkenin kalkınma ve büyüme hedefleri gerçekleşmeden bu ülkede siyasi istikrar da olmaz. Siyasi istikrarın olmadığı yerlere bakınız, kalkınma ve büyüme rakamlarının düştüğü yerlerdir çünkü istihdam da düşüyor, sosyal problem çıkıyor.

Onun için temelde Merkez Bankasının politikalarının mutlaka büyümeye ve reel sektöre ön açacak şekilde olması lazım. Enflasyonla büyüme arasında bir kaçınılmaz çelişki varmış gibi bir yaklaşımla faiz politikalarını buna göre belirlediğinizde aslında bir kısır döngüye girmeye başlıyorsunuz. Halbuki ülkenin kaynaklarıyla arz talep dengesine dayalı bir büyümeyi öngördüğünüzde ortaya çıkacak olan yeni denge daha yukarıda ve enflasyonla faizin yeniden belirlendiği daha bir üst düzeyde ortaya çıkar."

G20 Zirvesi

Başbakan Ahmet Davutoğlu, G20 Zirvesi'ne ilişkin, "Bizim artık dünya ekonomisinde edilgen o ekonomik kararlarından etkilenen bir taraf olmaktan çıkmamız, kendi çıkarlarını korumakla birlikte dünya ekonomisine yön veren bir ülke konumu kazanmamız lazım ki bu zirvede hemen hemen her oturumda bu konularda görüş beyan ettik, çok verimli çok güzel tartışmalar oldu" dedi.

Son çeyrekte yüzde 2.2 sanayi üretim artışı olduğunu ifade eden Davutoğlu, ihracat yüzde 4.6 arttığını söyledi. Davutoğlu, 2014'ün kendileri için sınama olduğunu iki seçim yaptıklarını, 2015 seçimleri bulunduğunu hatırlattı.

Davutoğlu, "Siyasi istikrarı korumakla birlikte 62. Hükümeti kurar kurmaz ilk yaptığımız şey orta vadeli programı açıklamak. Dolayısıyla makro ekonomik istikrar konusunda da bir perspektif öngörü ortaya koyduk. Şimdi üçüncü ayak olan sektörel reformlar yani yapısal reformları tamamıyla reel sektörden alıp kalkınmanın altyapısını oluşturacak 25 yapısal reform programı uyguladık" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, orada böyle bir yapısal reform sunuşu yapan 25 sektörde bir tek Türkiye ve Meksika olduğunu anımsattı.

"Çin doğu kalkınmasında küreselleşmeye doğru gidiyor, bu G20'ye yansıdı mı? Türkiye'nin burada kesin bir bakış açısı var mı, bunu uluslararası platformlarda belli ediyor mu?" sorusu üzerine Davutoğlu, "Aslında var. Bir oturumda ticaret, bir oturumda enerji konuşuldu, bir oturumda finansal yapı konuşuldu. Her birinde söz alarak Türkiye'nin görüşlerini ifade ettim. Mesela ticaret konusuna çok ciddi bir tartışma yaşandı, çok verimli bir tartışmaydı" yanıtını verdi.

Dünya Ticaret Örgütü'nün etkin çalışması gerektiğinin tartışıldığını dile getiren Davutoğlu, dünya ticaretinin senede yüzde 6-7 artarken son yıllarda yüzde 3'lük arttığını, bu daralmanın dünya ekonomisinin büyüme yönünde ne kadar yavaşladığının göstergesi olduğunu söyledi.

Davutoğlu, ikili, çoklu, bölgesel, çok taraflı anlaşmaların birbirleriyle tutarlı olmasının en önemli hususlardan birisi olduğunu kaydetti.

"Anlaşmalara sadık kalınmasını istedim"

Avrupa Birliği'nin tek taraflı olarak serbest ticaret anlaşmaları yaptığını belirten Davutoğlu, bunun giderilmesi gerektiğini, giderilmemesi halinde Türkiye'nin tek taraflı tedbir almak durumunda kalacağını belirtti.

Başbakan Davutoğlu, 20 lidere Avrupa Birliği üyelerine çağrıda bulunduğunu, anlaşmalara sadık kalınmasını istediğini dile getirdi. Bunun yolunun da Türkiye'nin onayı olmadan başka hiçbir üçüncü ülkeyle serbest ticaret anlaşması yapmamaktan geçtiğini ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Dünya Ticaret Örgütü ve OECD Genel Sekreteri de hak verdi. IMF Başkanı da 'biz bu perspektiften bakmamıştık, üzerinde duralım' dedi. Önemli olan şu; Türkiye'nin kendi çıkarları var, bunu gözetmek durumundayız uluslararası bütün platformlarda. Dünya ekonomi politikasının nereye gitmesi gerektiği gibi Türkiye'nin özgün görüşlerinin olması lazım çünkü Türkiye seyirci olamaz. Türkiye burada gelişmiş ülkeler konuşurken, biz de 'ne olup bittiğini anlayalım' diye orada bulunamaz. Aksine dünya ekonomi politiği ne yönde gitmesi gerekiyorsa o yöne işaret etmesi gerekiyor."

Davutoğlu, "Bizim artık dünya ekonomisinde edilgen, o ekonomik kararlarından etkilenen bir taraf olmaktan çıkmamız, kendi çıkarlarını korumakla birlikte dünya ekonomisine yön veren bir ülke konumu kazanmamız lazım ki bu zirvede hemen hemen her oturumda bu konularda görüş beyan ettik, çok verimli çok güzel tartışmalar oldu" dedi.