Advertisement
KÜRESEL PİYASALAR ABONE OL

Almanya'nın en büyük bankası Deutshce Bank, geçtiğimiz yıl piyasadeğerinin yarısından fazlasını kaybetti ve sıradışı bir volatilitenin hedefi oldu. Bankanın tahvilleri için de durum pek farklı değildi.

Banka hisse senetlerindeki düşüş, bankanın sermayeye ilişkin yeterliliği, stratejik pozisyonu, temel olmayan birimlerden kurtulması ve Almanya hükümetiyle olan ilişkileriyle ilgili endişeleri artırdı. Daha genel anlamda, bankanın yaşadığı zorluklar, bazı kuruluşlar hala finans krizinin etkileriyle mücadele ederken, yatırımcılar için Avrupa'da bankacılık sektörüne ilişkin önemli dersler içeriyor.

Deutsche bank, diğer finans kurumlarını da etkileyen, aynı anda üç sorunla mücadele ediyor:

-Avrupa ve Japonya bankalarının öenmli bir kısmı için geçerli olan ultra düşük faizli (negatif faizler dahil) devlet tahvilleri, bankaların geleneksel aracılık faaliyetlerinden istikrarlı gelir elde etmelerini engelliyor.

-İnatçı bir şekilde cansız devam eden ekonomi, bankalardan borçlanan bazılarının kredibilitesi üzerinde baskı oluşturuyor.

-Çok uzun olmayan bir süre önce mümkün olmadığını düşündüğümüz merkez bankası müdahaleleri gibi finans piyasasındaki bozulmalar, daha sıkı regülasyonlarla birlikte, sermaye piyasaları faaliyerinde gelir üretebilinecek ölçeği azalttı.

Bu sorunlar yakın bir zamanda sona ermeyecek. Sonuç olarak bankalar, Deutsche Bank'ın deneyimlemeye devam ettiği gibi gibi piyasaların sert hareketlerine karşı, güçlü sermaye tamponlarına sahip olmak zorundalar. Bu, özellikle Avrupa bankacılık sistemi için doğru. Avrupa bankacılık sisteminde, ABD'nin aksine, hazine tahvili krizi için acil ihtiyaç duyulan zamanlarda olumsuzlukların üstesinden gelebilecek kapsamlı çabalar engellendi.

Piyasa volatilitesi, CoCo'lar gibi “hibrid” araçların etkisiyle, daha akıcı sermaye yapısı nedeniyle daha da arttı. Bunlar, devletin maliyetli kurtarma planlarına duyulan ihtiyacı azaltmak dahil bankacılık, sektöründeki sistematik etkilere karşı tasarlanmıştı. Buna karşın piyasaların halihazırda baskı altında bulunduğu zamanlarda yatırımcılar için ilave endişe anlamına da gelebiliyorlar.

Deutsche Bank'ın Eylül ayı başında ABD Adalet Bakanlığı tarafından 14 milyar dolarlık ödeme ile karşı karşıya bırakılması, banka yatırımcılarına hukuki sorunların da devam ettiğini hatırlattı. Bu olay, Wells Fargo skandalıyla birlikte, kamu güveni ve saygısını kazanmakta hala zorluk çeken bankacılık sektörünün gerilemesine neden oldu.

Credit Suisse CEO'su Tidjane Tiam'ın da aralarında bulunduğu Avrupalı bankaların yöneticilerinin bu hafta, sektörün gelecek aylarda karşı karşıya olduğu zorlukların altını çizmesine şaşırmamalı. Bankalar, sert ekonomik ve finansal koşullar altında rekabet edebilmek için faaliyetlerini yeniden düzenlemek zorunda olmanın yanında, geçmişteki aşırı risk alımlarına cevap niteliğindeki düzenleyici sistemle de mücadele etmek zorunda. Aynı zamanda bunların tamamı, kamu güvenini tekrar kazanmaya çalışırken yapılmalı.

Deutsche Bank aşırı bir olay olabilir fakat daha bu olayın sancıları Avrupa bankacılığına ilişkin büyük bir realiteyi işaret ediyor. ABD bankalarının tersine bazı Avrupa bankaları krizin ardından güçlü bir temele kavuşamadı. Bu da yatırımcıların, kaçınılmaz bir şekilde volatilite şokları ve itibari risklerle karşı karşıya olan bir sektördeki şirketleri ve fırsatları birbirinden ayırt ederken dikkatli olmaları gerektiği anlamına geliyor.

Mohamed A. El-Erian