Advertisement

Kredi derecelendirme kuruluşları iki türlü hata yapabilirler. Birincisi, iyi olan bir krediye kötü diyebilirler. Buna Hata 1 diyelim. İkinci hata kötü olan bir krediye iyi demeleri olabilir. Buna da Hata 2 diyelim.
Hata 1 yatırımcıyı kızdırmaz. Çünkü, kötü kredi diye zaten risk primi yüksek tutulur. Kredi iyi çıktığı için de hak edildiğinden daha fazla getiri elde edilmiş olur. Hata 1 kredi alanı kızdırır, yatırımcıyı değil.
Hata 2, Hata 1'in tam tersidir. Kötü olan bir krediye iyi dendiği için yatırımcı az getiriye razı olup hak ettiğinden daha düşük bir getiri elde etmek durumunda kalabilir. Hatta, kredi batabilir. Dolayısıyla, Hata 2 yatırımcıyı kızdırır, kredi alanı sevindirir.

"BEN DEMİŞTİM" YAKLAŞIMI
Ekonomilerin iyi gittiği, varlık balonlarının olabildiğince şiştiği dönemlerde kredi derecelendirme kuruluşlarının Hata 2'yi yapma olasılıkları artar. Hatta, varlık balonlarının şişmesinin bir nedeni de kredi derecelendirme kuruluşlarının bu çeşit hatasıdır. 2007 yılının ortasına kadar Hata 2'nin yapılması olasılığının azamiye çıktığı bir dönemdeydik. Kredi derecelendirme kuruluşlarının en iyi kredi kalitesine sahip olduğunu söylediği krediler battı. Yatırımcılar isyan etti. İsyan etmekle kalmadılar, bazıları battılar da.
2007 yılı ortasında başlayan varlık balonlarının sönmesi olgusu neredeyse tüm yatırım bankalarını batma noktasına getirdi. 2008 yılının ikinci yarısında Amerika'da yatırım bankaları normal banka statüsüne getirilip merkez bankasından yardım alabilme kabiliyetine kavuşturuldu. 2007 yılı sonrasında kredi derecelendirme kuruluşları itibarlarını yitirme konusunda tarihlerindeki en büyük darbeyi aldılar.
Olaylar kredi derecelendirme kuruluşlarını bir uçtan diğerine itti. 2007 yılı öncesi Hata 2'nin yapılma olasılığı yükselmişken, şimdi Hata 2'nin yapılma olasılığı asgariye indirilip Hata 1 'in yapılma olasılığı azamiye çıkarılmaya çalışılıyor. Yani, "iyi de olsa, ben kötü diyeyim de, iyi çıkarsa yatırımcılar sevinir" yaklaşımı ağırlık kazanmaya başladı. Kredi derecelendirme kuruluşları artık "ben demiştim" konumunda olmak istiyorlar. İyi olan bir krediye kötü denip iyi çıktığında zaten hiç kimse "sen dememiştin" diye sormuyor.
Kısacası, kredi derecelendirme analitiğinde, kredi alanların değil, yatırımcıların çıkarları çok daha ön plana geçti. Bunun sonucu risklerin gerçekleşmesine verilen olasılıklar arttı. Bu yaklaşım kendi kendini besleyen bazı zincirleme tepkilerin oluşmasının da yolunu açıyor. Örneğin, İtalya bütçe açıklarının ve borçluluğun azaltılmasına yönelik küçümsenmeyecek önlemler alıyor. Ama, bir hafta sonra önlemlerin işe yaraması olasılığı düşük tutulduğundan, İtalya'nın kredi notu düşüyor. İtalyan bono piyasası karışıyor. Önlemlerin işe yarama olasılığı böylece gerçekten de düşmüş oluyor.

KENDİ KENDİNİ BESLEYEN BİR SÜREÇ
Geçen hafta Türkiye'nin kredi notu görünümünün pozitiften durağana çevrilmesini de bu çerçevede değerlendirmek zorundayız. Aynı şekilde, önümüzdeki dönemde, Euro Bölgesi ekonomilerinin kredi notlarının düşmeye devam etmesi de bu nedenle olacak. Belçika'nın notu düşürüldü. Fransa'nın notunun düşmesi çok büyük bir olasılık. Portekiz'in notu yatırım yapılamaz düzeye getirildi. İspanya, İtalya ve Portekiz'in notları daha da düşebilir.
Avrupa Merkez Bankası (ECB) kredi notları düşen ülkelerin bonolarını alarak o piyasalardaki fiyat oynamalarını kontrol etmeye çalışıyor. Ama, elindeki varlıkların kalitesini giderek düşürüyor. İleride bu ülkeler Yunanistan gibi borçlarında azaltmaya gitmek zorunda kaldıklarında, belki ECB'ye olan borçlarda azaltmaya gidilmeyecek. Ama, ECB muhasebe zararı yazmak zorunda kalmayarak fiyat istikrarını koruma görevini yerine getirmekte zorlanabilecek.
Başta Euro Bölgesi ekonomileri olmak üzere dünya ekonomisi yokuş aşağı gidiyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarının Hata 1'i yapma olasılığı azamiye çıkarmaya çalışması yokuşu giderek dikleştiriyor.