Advertisement

Euro Bölgesinin güney kenarındaki ülkelerdeki borç sorunu için çeşitli öneriler ortaya atılıyor. Önerilerin çoğu günü kurtarma üzerine kurulu. Örneğin, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) borçlanmada zorlanan ülkelerin bonolarını daha yoğun alması öneriliyor. ECB'nin IMF'ye borç verip bu paralarla IMF'nin zordaki ülkelere mali destek vermesi arzulanıyor. Avrupa Finansal İstikrar Fonu'nun kaynakları artırılarak borç sorunu içindeki ülkelere destek olması isteniyor. Kısacası, borçlanmakta zorlanan ülkelerin bir biçimde borçlanabilmelerinin sağlanmasına çalışılıyor. Gün kurtarılmaya çalışılıyor. Dünkü yazımda söz ettiğim zaman kazanmaya oynanıyor.
Bu ülkelerin buraya nasıl geldikleri çok fazla sorgulanmıyor. Bir biçimde borçlanmakta zorlanan ülkeler borç bulabilseler de, bir daha böyle bir sorunun yaşanmaması için yapısal neler yapılması gerektiği üzerine fazla kafa yorulmuyor.

ÇÖZÜM VERİMLİLİK ARTIŞI
Sorun, finansal değil, yapısal. Yapısal sorunlar sonunda finansal sorunları yarattı. Dolayısıyla, yapısal sorunlar çözülmeden finansal sorunları çözmeye çalışmak ileride yine aynı sorunları yaratacaktır.
Yapısal sorunun aslı Euro Bölgesi'nin güney kanadındaki ülkelerde verimliliğin düşmekte ve rekabetçi konumlarının giderek aşınmakta olmasıdır. Verimliliğin düşüklüğü ve rekabetçi konumlarının aşınması bu ülkelerde ekonomik büyüme sorunu yaratıyor. Ekonomik büyüme olmadan da borç sorununu çözmek mümkün görünmüyor. O halde bu ülkeler nasıl büyümeye geçecekler?
2000'li yıllarda Euro Bölgesi'nin kuzeyi rekor düzeyde verimlilik kazanımları yaşadı. İhracatını artırdı. Euro hayata geçtiğinde, Almanya'nın ihracatının milli gelire oranı yüzde 29 civarındaydı. Küresel kriz çıktığında, bu oran yüzde 40'a dayanmıştı. Buna karşılık, güney ülkelerinde verimlilik düştü. Aynı dönemde ihracat/milli gelir oranı İrlanda'da yüzde 80'den yüzde 47'ye, Yunanistan'da yüzde 9'dan yüzde 7'ye, İspanya'da yüzde 20'den yüzde 17'ye düştü. İtalya ve Portekiz'de ise dalgalanarak aynı düzeylerde kaldı.
Bu ülkelerin Euro Bölgesi dışındaki ihracatları daha sert düştü. Halbuki, aynı dönemde Almanya Euro Bölgesi dışındaki ihracatını milli gelirlerinin oranı olarak yüzde 16'dan yüzde 22'ye çıkardı.
Kuzey ile güneyin aynı parayı kullanması parasal dengesizliği derinleştirdi. Bu süreci tersine çevirmenin tek yolu güneyde verimliliğin kuzeye göre daha hızlı artması. Zaman içinde göreli verimlilik artışı güneyin lehine gelişebilir. Ama, kısa dönemde değil.

GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI?
Nasıl bir çözüm bulunursa bulunsun, borç dinamiği bozulan ülkelerde reel ve nominal ücretler düşmek zorunda. Çok ciddi işsizlik sorunuyla mücadele etmek zorundalar. Bir biçimde büyümek zorundalar. Böyle bir uyum Euro içinde mi, yoksa dışında mı daha az sancılı olur? İçilecek acı ilacın süresini kısa tutmak açısından çözümün Euro dışında aranması daha uygunmuş gibi görünüyor. Euro içinde çözüm hem uzun sürecektir hem de sosyal barışı daha fazla bozacaktır.
Hangi çözümün daha gerçekçi olduğu şu sorunun yanıtına bağlı: Önümüzdeki dönemde güney ülkelerindeki verimlilik artışı kuzey ülkelerinden daha hızlı olabilir mi? Bu soruya "evet" diyebilmek çok zor.
Not: Çözümün Euro dışında aranması gerektiği konusunda bir yazı yazmaya karar verdikten sonra benzer bir fikri Obama'nın eski ekonomi başdanışmanı Austan Goolsbee'nin bir yazısında da gördüm. Geçenlerde para ekonomisi hocalarından Allan Meltzer de yumuşak Euro (Soft Euro) diye bir paranın yaratılması yoluyla güney ülkelerinin parasının kuzey ülkelerinin kullandığı sert Euro'ya (Hard Euro) göre değer kaybetmesine izin verilmesi gerektiği yolunda bir öneri yaptı.