Advertisement

Üçgenin bir köşesinde toplam talep gelişmeleri var. Bir diğer köşe üretimdeki gelişmeler. Üçüncü köşede ise dış kaynak girişleri yer alıyor. Üçgenin köşeleri birbirlerinden bağımsız değiller. Üretimdeki gelişmeler dış kaynak girişi ile yakından ilgili. Dış kaynak girişleri aynı zamanda faiz ve döviz kuru gibi değişkenler yoluyla toplam talebi de etkiliyor. Üç köşe birbirleriyle uyumlu olmak zorunda. Uyumsuzluk faiz, döviz kurları ve enflasyon gibi değişkenlerin düzeylerinin doğru olmadığı anlamına gelir.
Geçen yılın ikinci yarısına kadar yurtdışından kaynak girişi yüksek ekonomik büyümeyi destekleyebilecek boyuttaydı. İç talep büyümesi de aşağı yukarı aynı düzeyde, hatta daha fazlaydı. Büyümenin gerektirdiği yüksek düzeyde bir cari işlemler açığı ile karşı karşıyaydık. Enflasyon da makul sınırlar içinde dalgalanıyordu.

YUMUŞAK İNİŞ Mİ?
Türkiye gibi ekonomilerde cari işlemler açığını kontrole yönelik politika doğal olarak iç talep büyümesini kontrol etmekten geçer. 2010 yılının son üç ayından itibaren çeşitli önlemler devreye sokuldu. Önlemlerin çoğu (kredi genişlemesini yavaşlatmak gibi) üretimi doğrudan etkilemeye yönelikti. Talebi etkilemeye yönelik önlemler (dolaylı vergiler ve faizlerin artırılması gibi) ise isteneni vermedi. Yaratılan belirsizlik ortamı yoluyla artan döviz kurları dahi dış kaynak girişinin devam ettiği bir ortamda talebi istenilen düzeyde etkilemekte yetersiz kaldı.
Geçen yılın ikinci yarısından itibaren durum değişti. Dış kaynak girişi durma noktasına geldi. Normal olarak dış kaynak girişindeki azalma ya da durma üretimi etkilemeliydi, ekonomik büyüme hızla düşmeliydi. Buna izin verilmedi. Dış kaynak girişindeki azalma ya da durma Merkez Bankası'nın döviz rezervlerini azaltmasıyla telafi edilmeye çalışıldı. Bu yolla, döviz kurlarının ve faizlerin daha fazla artması engellenmiş oldu. Aynı zamanda iç talepteki büyümenin de düşmesi engellenmiş oldu. Bu politikanın Türkiye ekonomisini "yumuşak iniş" eğiliminde tutmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Hatta, "Yeterli hızda inmiyoruz, yüksekte kaldık" bile diyebiliriz.
Döviz rezervlerini azaltmaya dayanan politikaların orta-uzun dönemde yararlı olduğu görülmemiştir. Sonunda, döviz rezervleri azalır, azalan döviz rezervleri beklentileri daha da bozduğundan, önlenmeye çalışılan ekonominin çakılması kaçınılmaz olur. Hatta, çakılma daha da sert olabilir. Önümüzdeki dönemde nasıl bir yola girileceği büyük ölçüde iç talep büyümesinin üretim düzeyi ile ne denli uyumlu olacağı ve dış kaynak girişindeki kesilmenin ne kadar uzun süreceği ile yakından ilgili.

ÇAKILMANIN GECİKTİRİLMESİ Mİ?
Ekonomide faizlerin, döviz kurlarının ve enflasyonun artması iç talep büyümesini engelleyebilecek gelişmeler. Bir noktadan sonra Merkez Bankası'nın faiz ve kurların daha fazla artmasını arzu etmediği biliniyor. Yükselen enflasyon da bir başka kaygı kaynağı. Kısa dönemde iç talep büyümesini dizginleyebilecek parametreler enflasyonun yükselmesi ile belirsizlik ortamının daha da bozulması ile beklentilerin kötüleşmesi olacak. İçinde bulunduğumuz dönemde, iç talep büyümesini dizginleyemediğimiz ölçüde, kurlar, enflasyon ve faizler üzerinde yukarı yönde baskılar devam edecek.
İç talep büyümesi ne denli dış kaynak girişi ile uyumlu üretim düzeyine yaklaşırsa, Merkez Bankası'nın döviz rezervlerini kullanma gereksinimi azalacak. İç talep büyümesi ile üretim düzeyi arasındaki uyum ne denli gecikirse, döviz rezervlerinin kullanılması süresi de, boyutu da artabilecek. Bu filmin sonu yumuşak iniş mi olur yoksa sert iniş mi olur, kestirmek zor. Ama, sonunda, üretim düzeyi dış kaynak girişi ile uyumlu olmak zorunda. İç talep şartlan da üretim düzeyi ile uyumlu olmak zorunda.
Bu üçgen içinde kıvranan Türkiye ekonomisi, iç talep büyümesinin doğrudan dizginlenmeye çalışılmasından kaçınıldığından, daha düşük faiz ve döviz kurlarıyla döviz rezervlerinin kullanılmasına yönelik bir stratejinin içinde. Şanslıysak, bu strateji "yumuşak iniş" amacına hizmet edebilir. O denli şanslı olamazsak, daha düşük döviz rezervleriyle daha sert bir çakılma kaçınılmaz olur.