Advertisement

Euro, uygulamada olan bir kur rejiminin başarısızlığı sonucunda doğdu. 1990'lı yıllarda uygulamada olan ECU (European Currency Unit - Avrupa Kur Mekanizması) çöküyordu. Yerine bir şey koymak gerekiyordu. Fransa'nın liderliğinde, ortak bir paraya geçerek Avrupa Kur Mekanizması'nın başarısızlığı Avrupa'nın bütünleşmesine engel olmaktan çıkarılmaya çalışıldı.
Euro yaratıldığında, Euro kullanan 12 ülkenin de kredi notu A ya da daha yukarı düzeydeydi. O dönemde iki önemli hayal kırıklığı yaşanmıştı. Avrupa nın en büyük ülkelerinden İngiltere Euro'ya girmeyi kabul etmemişti. Avrupa Topluluğu'nun ilk 6 ülkesinden biri olan Danimarka da kendi parasını kullanmayı tercih etmişti. Bir anlamda, Danimarka, başkalarına ders olabilecek bir biçimde, çeşitli alanlarda egemenliği paylaşmanın bir sınırı olduğunu beyan etmişti.
Euro'nun kuruluşunda patron hiç kuşkusuz Almanya oldu. Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) kuruluşunda Alman Merkez Bankası (Bundesbank) model alındı. ECB'nin merkezi Frankfurt oldu. ECB'nin ilk başkanı, "İkincisi Fransız olabilir" vaadiyle, Hollandalı'ydı. Fransa tek paraya geçmek için Almanya'yı ancak bu tavizlerle razı edebilmişti. Fransa bir örnek olamazdı. Tek paraya geçmeden az önce Fransız Merkez Bankası'nın (Banque de France) yasası değiştirilerek para politikası bağımsız hale getirilmişti.

BİR FIKRA
Zaman gösterdi ki, tek para sisteminin taşıyıcıları vardı, bir de tek para sisteminden nemalananlar. Taşıyıcılar kuzeyde, nemalananlar güneydeydi. Avrupa Birliği'nin (AB) dağıttığı paralar, bizler de dahil, üye olmayanların da gözlerini kamaştırıyordu. Euro ile borçlanma da ucuz olunca, nemalananlar iki kez nemalanmaya başladılar.
Bir fıkra durumu çok iyi özetliyor: İtalya'yı ziyaret eden bir Yunanlı, ev sahibinin geliriyle bağdaşmayacak derecede çok güzel bir köşkte oturduğunu görünce, bu malikaneye nasıl sahip olabildiğini sorar. Ev sahibi ilerideki bir köprüyü gösterip "Şu köprüyü görüyor musun?" der. "Parasını AB'den peşin aldık, ama borçlanarak yaptık. Aslında iki şerit olacaktı. Ben bir şerit yaptırıp iki tarafına ışık koydurdum. Işığa göre, iki taraf sırayla köprüyü kullanıyorlar. Daha az borçla işi bitirdik. İki şeritli köprünün parasıyla da bu evi yaptırdım."
Bir süre sonra İtalyan Yunanlı'yı ziyarete gider. Yunanlı çok daha güzel ve çok daha büyük bir sarayda oturmaktadır. Bu kez İtalyan, merakla Yunanlı'ya bu sarayı nasıl yaptırdığını sorar. Yunan "Biliyorsun biz de AB üyesiyiz, borçlanıyoruz da" der. "Şu ilerideki köprüyü görüyor musun?" diye İtalyan'a sorar. İtalyan "Yooo" der.

MALİYET YÜKSELİYOR
AB'de para bitti. Taşıyıcılar taşıyamaz hale geldiler. Buna karşılık, nemalananlar, nema kesilince, hayatlarını tek başlarına sürdüremeyecek duruma düştüler. Yani, Euro'yu Euro yapan mekanizma çöktü. Artık Euro kullananlardan bazıları, bırakın A kredi notunu, B ya da C kredi notuna geldiler. Nemalananlar ilk başlarda taşıyıcılar ile aşağı yukarı aynı faiz düzeyinde borçlanabiliyordu. Şimdi, nemalananlar taşıyıcılara göre 3-4 kat daha yüksek faiz ödemek durumundalar.
Sorun burada da bitmiyor. Euro'ya girmek gibi bir seçeneği olduğu halde girmeyen ülkeler artık kendi paralarıyla Euro'nun taşıyıcılarından daha az maliyetle borçlanma yapabiliyorlar. İsveç'in 10 yıl vadeli bonosunun ikinci piyasadaki faizi Almanya'nın faizinden 20-30 baz puan daha düşük. Aynı şekilde, Danimarka'nın faizi Fransa'nınkinden 110 baz puan kadar daha az. Enflasyon da dahil birçok sorunla boğuşan İngiltere dahi Fransa'dan 120 baz puan kadar daha ucuz borçlanabiliyor. Kısacası, Euro'nun taşıyıcıları Euro kullandıkları için ciddi bir maliyet ödemeye devam ediyorlar. Bu arada, nemalananlar da, taşıyanlar da artık büyümede zorlanıyorlar.
Euro'nun diğer paralar karşısındaki değeri taşıyıcı ekonomilere endeksliyken, giderek nemalananların durumuna endekslenmeye başladı. Bütün bunların üzerine, Euro'yu kurtarmak için ortaya atılan planların tümü taşıyıcıların nemalananları daha da fazla taşımalarını içeriyor.
Bu daha ne kadar devam edebilir? Göreceğiz.