Advertisement

Küresel krizden bu yana gelişmiş ekonomilerdeki en önemli sorun düşük büyüme ve yüksek işsizlik oldu. Gelişmekte olan ekonomiler krizden hemen sonra toparlandılar. Bu yıl ekonomik büyüme, başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan ekonomilerde de kaygı kaynağı oldu. Ekonomik büyüme küresel düzeyde düşüyor.
Önceleri riskleri azaltmak için Türkiye ekonomisinin büyümesinin düşürülmesi istenmiş olsa da, ekonomik büyümenin geldiği düzey siyasi otoriteyi rahatsız etmeye başladı. Gaz-fren tartışması da bu nedenle kızıştı. Başbakan geçenlerde artık büyümede gaza basma zamanının geldiğini ima etti.

KİTAPLARIN YAZDIĞININ AKSİNE
Gaza basınca ekonomiler arzulandığı biçimde büyümeyi hızlandıramıyorlar. Geçmişte gözlemlenen ekonomi politika değişkenleri ile makro ekonomik değişkenler arasındaki ilişki şimdi aynı değil. Ekonomik birimlerin davranışları değişti. Ekonomik birimler para ve maliye politikalarına geçmişte verdikleri tepkiyi vermiyorlar.
Gelişmiş ekonomilerde maliye politikası olabildiğince gevşetildi. O denli gevşetildi ki, gelişmiş ülkelerin borçlarının çevrilebilirliği sorgulanmaya başlandı. Para politikası çeşitli defalar gevşetildi, gevşetilmeye de devam ediyor. Ama, gelişmiş ekonomiler ne sürdürülebilir bir büyüme sürecine girebiliyorlar ne de enflasyon bir risk olarak kendini gösteriyor. Kısacası, kitapların yazdığının aksine, genişleyici ekonomi politikaları ne büyüme yaratıyor ne de enflasyon. Enflasyon yaratamadığı için, belki büyüme yaratır diye para politikası çok daha güçlü bir biçimde kullanılıyor. Ama, henüz bekleneni vermekten uzak.
Gelişmiş ülkelerde ekonomik birimler tasarruflarını artırıyorlar. Küresel krizde kaybettikleri servetlerini yerine koymaya çalışıyorlar. Finansal sistemin risk iştahı iyice kaçtı. Otoriteler de uygulamaya koydukları düzenlemelerle daha fazla risk almanın maliyetini artırma çabasındalar. Sonuçta, parasal genişleme ekonomik birimlere ulaşmayıp finansal sistemle para otoritesi arasında sıkışıp kalıyor.
Kısacası, gelişmiş ekonomilerde politika yapıcılarının ayağı sonuna kadar gaza abanmış durumda, ama motor tekerleklere arzulandığı biçimde hükmetmiyor.

BEKLENTİ İDARESİ
Son dönemde Türkiye'de de benzer bir durum varmış gibi görünüyor. Kimsenin gaz pedalına abandığı yok. Ama, gaz pedalına hafif dokunulması çok fazla bir şey değiştirmiyor. Gaz pedalına hafif basıldığı ekonomik birimlerce pek hissedilmiyor. Aksine, frene basıldığı izlenimi daha güçlü. Türkiye'de de ekonomik birimlerin davranışları 2010-2011 dönemine göre değişmiş görünüyor.
Jeopolitik riskler ekonomik birimleri daha fazla rahatsız etmeye başladı. Suriye sorunu gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Terör olayları her gün gündemde. Gelişmiş ekonomilerin sorunları azalmış değil. Avrupa'nın ne yaptığını çözmek o denli kolay değil. Bir gün Yunanistan'ın aldığı desteğin durdurulabileceği konuşulurken, bir başka gün İspanya'nın destek alıp almayacağı gündeme düşüyor. Türkiye'deki ekonomik birimler ileriye dönük ne olabileceği konusunda büyük ölçüde karanlıktalar.
Bütün bunların üzerine hükümet içinde "Gaza mı basılsın yoksa bir ayak frende mi olsun?" tartışmaları başlayınca, ekonomik birimler politika yapıcılarının frene mi yoksa gaza mı basmak istedikleri konusunda kafa karışıklığı yaşamaya başlıyor. Böyle durumlarda en güvenli strateji kenara çekilip beklemek, yatırım ve tüketim kararlarını ertelemek oluyor.
Gelişmişlerde de, gelişmekte olan ekonomilerde de beklenti idaresinin başarılı olduğu söylenemez. Beklenti idaresindeki zaaflar ekonomik birimlerin davranışlarını büyüme karşıtı bir konuma sürüklüyor. Galiba, küresel kriz sonrasında küresel düzeyde en büyük ekonomik sorun bu.