Advertisement

Küresel kriz "ezber bozdu" denebilir. 1970'li yıllarda petrol krizi de ezber bozmuştu. Dünyanın büyük ekonomileri ilk kez enflasyon ile beraber ekonomik durgunluk, hatta küçülme yaşamışlardı. Bu sefer bilinen bir resimle karşı karşıyayız gibi geldi herkese: Bilinen, enflasyon tehdidi olmadan ekonomik durgunluk ya da küçülme olduğunda genişleyici para ve maliye politikaları ile ekonomideki toplam talep artırılabilir ve enflasyon yaratmadan ekonomik büyümeye geçilebilir. Bunu biliyoruz, çünkü 1930'lu yıllarda, hatta daha sonrasında bu yaklaşım sonuç vermişti.
Küresel kriz sonrasında yaşananlar aslında bildiğimiz ekonomik politikaların ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin bildiğimiz kadar olmadığı yönünde işaretler vermeye başladı. Başta Amerika, Japonya ve İngiltere olmak üzere, birçok gelişmiş ülkede para ve maliye politikaları olabildiğince gevşetildi, ana ekonomideki toplam talep uyarılarak tatmin edici ve sürdürülebilir bir büyüme eğilimi oluşturulamadı.
Belli ki, şimdi gözlenen toplam talep yapısı 1930'lu yıllardan petrol krizine kadarki dönemde öğrendiğimiz toplam talep yapısı değil. Bu haliyle toplam talep genişleyici ekonomi politikalarına pek aldırmıyor.

TEK BAŞINA OLMUYOR
Gelişmiş ekonomilerde gözlenen yeni toplam talep yapısı küresel bir olgu mu? Yani, benzer bir durum gelişmekte olan ekonomiler için de doğru mu?
Krizin hemen sonrasında gelişmekte olan ülkeler çok farklı tepki verdi. Gelişmişlerle karşılaştırıldığında, genişleyici politikalar çok daha sınırlı kullanılırken, gelişmekte olan ekonomiler küresel kriz dönemini aratmayacak büyüme oranlarını yakaladı. Bunu gelişmiş ekonomilerin hâlâ topallamaya devam ettiği bir dönemde başardılar. Küresel ticaret hacmi arttı, ama artışın önemli bir bölümü gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticaretten kaynaklandı.
Gelişmekte olanların performansı gelişmiş ekonomiler için umut ışığıydı. Acaba gelişmekte olan ekonomilerin performansı gelişmiş ülke ekonomileri için itici güç olur muydu? Olmadı. Olmamakla kalmadı, gelişmekte olan ekonomiler de krizin hemen sonrasında yakaladıkları ivmeyi kaybetmeye başladılar. Bir anlamda, gelişmekte olanlar gelişmişlerin dertlerine deva olamadıkları gibi, tek başlarına yüksek bir büyüme ivmesini sürdüremeyeceklerini gösterdiler. Ekonomik büyüme sorunu artık yalnızca gelişmiş ekonomilere özgü bir sorun olmaktan çıktı, küresel bir sorun haline gelmek üzere.
2010-2011 döneminde ekonomik büyüme açısından Çin, Türkiye, Hindistan, Brezilya, Rusya gibi ülkeler gelişmiş ülkelere parmak ısırtıyorlardı. Şimdi, bu ülkeler de şikâyetçi konuma geçtiler. Çin ve Brezilya gibi ülkeler diğerlerine göre daha genişlemeci politikalara geçtiler, ama henüz olumlu bir sonuç aldıkları söylenemez.

PATLAMADAN BÖYLE OLURSA
Ne oldu da, toplam iç talep bildiğimiz genişlemeci ekonomik politikalara farklı bir biçimde tepki vermeye başladı? Gelişmiş ülkeler için kısmi bir açıklama getirilebiliyor. Deniyor ki, konut fiyatlarındaki balonun patlamasıyla servetler yaygın bir biçimde düştü ve konut fiyatlarının toparlanması, hisse senedi fiyatları kadar çabuk olmuyor.
Diyelim ki gerçek neden bu. Gelişmekte olan ekonomilere ne oluyor? Oralarda balon patlamadı. Daha iyi bir ifadeyle, gelişmekte olan ekonomilerde, emlak piyasasında balon varsa, henüz patlamadı. Daha patlamadan, toplam talebi uyarmada güçlükler çekiliyor. Bir de patlarsa ne olur?
Küresel düzeydeki büyüme sorunu çok uzun zaman siyasetçileri de, iktisatçıları da meşgul edecek gibi görünüyor.