Advertisement

Devletin ekonomi içindeki payı büyüyor. Faiz dışı harcamaların milli gelir içindeki payı 2004 yılında yüzde 1 7'nin altındayken, 2010 yılında yüzde 21 'i aştı. 2011 yılında da yüzde 21 'in biraz altında. Bu dönemde devletin faiz dışı harcamalarındaki göreli artış bütçe dengesine o denli etki etmedi, çünkü aynı dönemde devletin faiz harcamaları düştü.
Bütçede faiz harcamalarından yapılan tasarrufu faiz dışı harcamalara kaydırmak gibi bir lüks artık kalmadı. Faiz dışı harcamalardaki her artış doğrudan bütçe açığını artırmaya başladı. Artmaya devam eden harcamaları vergi gelirlerindeki artışlarla dengelemek mecburiyeti doğdu. 2004 yılında vergi gelirlerinin milli gelire oranı yüzde 18 idi. 2009 yılına kadar bu oran yüzde 18 civarında neredeyse sabit kaldı. 2010 yılında yüzde 19.1, 2011 yılında yüzde 19.6 oldu.
Bundan böyle faiz dışı harcamalar veri gelirlerindeki artışları gerektirecek. O nedenle de vergi reformundan daha sık söz edilmeye başlandı. Vergi reformundan hedeflenen, devletin vergi gelirlerini artırmaktan başka bir şey değil. Şimdiye kadar büyüme, bir defaya mahsus önlemler ve vergi oranlarının yükseltilmesiyle vergi gelirleri arttı. Artık kayıtdışılığı azaltıp vergi tabanının genişletilmesi sağlanmalı. Bu nasıl başarılacak?

ÖNCE BEYAN SONRA İSPAT
Geçenlerde Maliye Bakanı vergi reformuyla vergi mükelleflerinin artık vergi kaçırmadıklarını ispatlaması gerekeceğini söyledi. Bu uygulamanın birçok ülkede olduğuna vurgu yaparak vergi mükellefinin vergi kaçırmadığını ispat etme yükümlülüğünün küresel bir olgu olduğunu ima etti. Bu yaklaşımı uygulayabilmek için önce gelirin tanımı yapılmak zorunda. Bizim vergi mevzuatının en zayıf alanlarından biri bu.
Gelir, tasarruf ve tüketimin toplamıdır. Aynı eşitlikten yola çıkarsak, tasarruf, gelirin tüketilmeyen kısmıdır. O halde, bir vergi mükellefinin her yıl servetindeki artış, geliriyle ve tüketimiyle uyumlu olmak zorunda. Beyan edilen geliri kadar bir mükellefin serveti artmışsa, burada bir yanlışlık var demektir. Denetlendiğinde, bu vergi mükellefi o yıl hiç tüketim yapmadığını ispatlayabilmeli!
Vergi reformunun ikinci önemli ayağı vergi matrahının konusu olsun olmasın, tüm gelirlerin tüm mükelleflerce beyan edilmesi gerekir. Gelir tek kaynaktan da elde edilse, bazı gelir türleri vergiden muaf da olsa, bazı gelir türünün tabi olduğu vergi oranı diğerlerine göre düşük olup kaynakta da kesilse, her türlü vergi beyan edilmeli. Ülkede yaşayan ve ekonomik olarak aktif olan herkes beyanname vermek zorunda olmalıdır. "Vatandaşa eziyet etmeyelim" yaklaşımıyla oluşturulan vergi mevzuatı kayıtdışılığı teşvik etmekten başka bir işe yaramaz. Şimdiye kadar hep böyle oldu.

DOĞRUDAN VERGİLER
Ortalama olarak bakıldığında Türkiye'de vergi yükünün yüksek olduğu iddia edilemez.
Kayıt altındaki kesim için vergi yükü yüksek olabilir. Ama, toplamda milli gelirin yüzde 20'sinden daha düşük bir vergi tahsilatı vergi yükünün büyük olmadığını gösterir. Bu rakam en düşük vergi basamağından da düşük. Tarım gibi, çoğunlukla vergi dışında kalan sektörler hesaba katıldığında da, bu oran hâlâ çok düşük.
Vergi konusunda bıçak kemiğe dayandı. Geçmişte faiz giderlerini karşılamak için devletin vergi ve diğer gelirleri artırma zorunluluğu vardı. Şimdi, sosyal harcamaları daha da artırmak için böyle bir ihtiyaç görünüyor. Vergi gelirlerinin neredeyse üçte ikisini oluşturan katma değer ya da özel tüketim vergileri gibi dolaylı vergilerin de sınırına gelinince, doğrudan vergi gelirlerini artırabilmek için vergi tabanını genişletmek kaçınılmaz hale geldi. Ancak bu şekilde devlet faiz dışı giderlerini daha da yükseltebilecek olanağa kavuşacak.
Bir seyahatim nedeniyle yazılarıma bir süre ara veriyorum.