Advertisement

Özellikle yılın üçüncü 3 ayına yönelik ekonomik büyüme rakamı beklentilerin oldukça altında kalınca Merkez Bankası’nın üzerinde büyümeye destek vermesi yönünde yapılan baskılar artmış görünüyor. Kimisi “Gaza bas” diyor. Kimisi Merkez Bankası’nın son açıkladığı parasal kararları yeterli bulmuyor. Kısacası, şu sıralarda Merkez Bankası kimseye yaranamıyor.

Merkez Bankası ise kendini “Temmuz ayından bu yana ayağımı frenden çektim” diyerek müdafaa ediyor. Piyasaya verdiği likiditeyi artırdığını söylüyor. Ayağını frenden çekip çekmediği tartışılır, ama son dönemde piyasaya daha fazla TL likiditesi verdiği doğru. Ne yazık ki, Türkiye ekonomisi TL ile büyümüyor. Büyüseydi, 1950’li yılların ikinci yarısından 2001 yılına kadar Türkiye ekonomik büyümede dünya rekorlarını altüst ederdi.

DÜMENDE PARA POLİTİKASI
Maliye politikalarına fazla dil uzatılmıyor. Galiba 2 nedeni var. Birincisi, maliye politikalarını şekillendiren hükümet, yani başbakan. Maliye politikalarını eleştirmek, başbakanı eleştirmekle aynı anlama geleceğinden, hükümet üyeleri arasında maliye politikaları tartışılmıyor. İkincisi, maliye politikaları zaten yapabileceğini yapıyor. Son dönemde kamu kesimi yatırım ve tüketim harcamalarını reel olarak artırarak ekonomik büyümeye olumlu katkı yapıyor. O nedenle de, bütçe açığı bu yıl geçen yıla göre artış eğiliminde.

Eylül ayında artırılan dolaylı vergilerin ve kamu tarafından tespit edilen bazı fiyatların artırılmasının büyüme üzerindeki olası olumsuz etkileri ise fazla konuşulmuyor. Maliye politikası yapabileceğini yapıyorsa, Merkez Bankası da elindeki araçlarla özel kesim yatırım ve tüketim harcamalarının artmasını teşvik edebilir diye düşünülüyor. Bu teşvikin mekanizması olarak da faiz indirimi gündemde.

Geçen hafta Merkez Bankası artık ne işe yaradığı pek bilinmeyen politika faizini 25 baz puan indirdi. Değişiklik doğru yöndeydi, ama miktarı yeterli bulunmadı. Her şey aynı kalıp Merkez Bankası politika faizini 25 değil, 150 baz puan indirseydi, ne olurdu? Hiçbir şey. TL’ye odaklanmak çok gerçekçi değil. Ekonomik büyümenin hızlandırılması gerçekten isteniyorsa, asıl dövizin miktarına ve fiyatına odaklanmak gerekiyor.

FAİZ İNDİRİMİ VE BÜYÜME
Genelde Türkiye ekonomisine giren dövizin düzeyini dış piyasalar belirler. Dış piyasalar Türkiye’ye karşı cömert olduğunda ekonomi büyür. Cimrileştiğinde, büyüme yavaşlar hatta ekonomi küçülme eğilimine girer. Bu yıl farklı. Bu yıl Türkiye ekonomisi yurtdışında yaşanan ciddi karışıklık ve belirsizliklere rağmen küçümsenmeyecek ölçüde dış kaynak çekiyor. Yılın ilk 10 ayında yalnızca portföy yatırımlarından giren net döviz 30 milyar doları aştı. Sorun ekonomiye dövizin girip girmemesi değil, giren dövizin nereye gittiği. Merkez Bankası ekonomiye giren dövizi bankalardan borçlanarak döviz rezervlerini artırmayı hedefliyor.

Dolayısıyla, döviz ucuzlamıyor, iç talep artmıyor. Geçen haftaki para politikası kararları içinde politika faizini düşürmenin yanında, döviz mevduatlarına uygulanan munzam karşılıkların seçici bir biçimde artırılması ve TL munzam karşılıkların bir bölümünün daha fazla altın yoluyla karşılanması yollarıyla Merkez Bankası’nın bankalardan daha fazla döviz borçlanmaya gitmek istemesi de vardı.

Bu hareketiyle Merkez Bankası, bankalara “Dövizi getirin kimseye vermeden bana verin” diyor. O halde, faiz indiriminin, büyümeye destek olarak değil, döviz girişlerindeki hızı kesmeye yönelik olarak yapıldığı iddia edilebilir. Öyle olmasa dahi, yalnızca faiz indirimiyle Türkiye ekonomisinde büyümenin hızlanacağını beklemek çok gerçekçi görünmüyor.