Advertisement

Bankalar kârlarını açıkladıkça herkesin gözüne batıyor. Bankaların çok kâr ettiği söyleniyor. Daha da ileri gidilerek bankaların reel sektörü sömürdüğü iddia ediliyor. Aslında, bilgisi olmayıp da fikri bol olan insanların yaşadığı bir ülke olmamız nedeniyle bu çeşit iddialara şaşırmamak gerekiyor. Gerçek sanıldığı kadar basit değil.
Bankaların kârları mutlak olarak bakıldığında yüksek. Ama, kârların göreli olarak yüksek olup olmadığı sermayeye göre ne kadar kâr edildiğine bağlı. Yani, ne koyarsanız onu alırsınız. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'de bankacılık sektörünün elde ettiği kârlar gayet makul düzeyde, hatta düşük bile. Aşırı bir kârdan söz etmek söz konusu değil.

KÂRLILIK YÜKSEK Mİ?
Bankacılık sektörü sermaye zengini bir sektördür. Sanayi şirketleri ile karşılaştırıldığında, bankaların sermayesi çoktur. Türkiye'de sektördeki 50 bankanın toplam öz kaynakları 500 en büyük sanayi şirketinin toplam öz kaynaklarından daha fazladır. Dolayısıyla, çok sermaye isteyen bir sektörün doğal olarak mutlak kârı da yüksek olacaktır.
2012 yılının kasım ayı itibarıyla mevduat toplayan bankaların toplam öz kaynakları 177 milyar lira olmuş. Yılın ilk 11 ayında bu bankaların toplam kârı 22 milyar liraya yaklaşmış. Mutlak olarak kârlar yüksek. Ama, sermaye ile karşılaştırıldığında o denli yüksek değil. Öz kaynak kârlılığı yüzde 13'ün biraz üzerinde.

Yüzde 1 3 büyük bir kârlılık oranı mı? Ortalama mevduat faizinin yüzde 10 olduğu bir ortamda, bankaların aldığı riskler de göz önüne alındığında, bankaların öz kaynak kârlılığı yüksek değil, hatta düşük bile. Banka sermayedarları paralarını bankalara sermaye diye koyacağına, bankalara mevduat yapsalar, alınan risklerle iskonto edildiğinde, daha kârlı dahi olabilirler.

RİSK VE KÂRLILIK
Bankalarımızın sağlamlığıyla övünüyoruz. Haklıyız da. Sağlamlığın bir göstergesi "sermaye yeterliliği" denilen öz kaynakların riskle ağırlıklandırılmış varlıklara oranı. Türkiye'de bankacılık sektörünün sermaye yeterliliği geçen yılın kasım ayı itibarıyla yüzde 17'nin üzerinde. Bankacılık sektörünün düzenlenmesinden sorumlu kuruluşun koyduğu temel asgari oran ise yüzde 12. Demek ki, bankalarımız istenenden da daha fazla sermaye sahibi. Bir başka açıdan, bankalarımız sermayelerine oranla istenenden daha az risk alarak çalışıyor.
Yıllar itibarıyla bakıldığında ise, bankalarımızın kârlılıklarını belli bir düzeyde tutabilmek için giderek daha fazla risk alarak çalıştığını görüyoruz. Türkiye Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin'in basına yaptığı sunumda vurguladığı bu nokta çok önemli. Grafikten de görüldüğü gibi, 2009 yılından bu yana, bankaların risk ağırlıklı aktiflerinin toplam aktiflerine oranı giderek artarken, öz kaynak kârlılığı düşüyor. Sermaye yeterliliği düştüğü halde öz kaynak kârlılığı düşüyor.
Daha fazla risk daha fazla kârlılık gerektirir. 2009 yılından bu yana Türkiye'deki bankacılık sektöründe bunun tam tersi gerçekleşiyor. Risk artarken, kârlılık düşüyor. Bu olgu bankaların sağlamlığını tehdit eden bir unsur. Dikkat edilmesi gereken bir gelişme. Bankalarımız çok kâr ediyor diye şikâyet ederken, alınan risklerin gerçekleşmesi durumunda, bankalarımız kâr edemiyor (ya da zarar ediyor) diye sızlanabiliriz. Bu çok daha vahim olur.