Advertisement

Uluslararası sermaye hareketleri artıp derinleştikçe, Türkiye gibi ülkelerin ekonomileri de daha yakından izleniyor. 20 yıl önce de IMF ve Dünya Bankası gibi belli çevreler Türkiye ekonomisini yakından izlerdi. Türkiye'ye, uluslararası sermayenin radarına girdiğinden bu yana (2001 krizi sonrası) yurtdışındaki ilgi hem arttı hem de yapılan analizler daha kaliteli olmaya başladı. G-20 üyesi olmamız, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların Türkiye'yi daha yakın izlemesine yol açtı.
Son 11 yıldır enflasyonun düşmesi için verilen çabalar takdir ediliyor. Ama enflasyon hâlâ yüksek.

TEMEL İLGİ ALANLARI
Yurtdışından Türkiye'ye bakanların öne çıkardıkları iki konu var: 1) Varlık fiyatlarında bir balon söz konusu mu? 2) Merkez Bankası'nın uyguladığı politika arzulanan sonuçları verir mi?
Varlık fiyatlarında şişme olabileceği şüphesi iki piyasada yoğunlaşıyor: 1) İnşaat, 2) Devlet iç borçlanma senetleri. Konut ve işyeri satış fiyatlarının çok arttığı, buna karşılık konut ve işyeri arzının talebin önünde koştuğu ileri sürülüyor. Eğer gerçekten böyleyse, konut ve işyeri fiyatlarının önümüzdeki dönemde çökmesinden korkuluyor.
Türkiye'de gayrimenkul fiyatlarının çökmesi, finans piyasaları açısından Amerika'daki kadar acıklı olmaz. Ama fiyatların çökmesi doğal olarak konut ve işyeri üretimini durdurabilir. İnşaat sektöründeki gerileme doğal olarak milli gelir ve istihdam üzerinde olumsuz etki yapar.
Varlık fiyatlarında şişmenin olabileceği ikinci alan, fiyatları çok artıp getirisi düşen devlet iç borçlanma senetleri. Geçmiş enflasyona bakılırsa, devlet iç borçlanma senetlerinin faizi enflasyondan düşük.
Anketlerden elde edilen enflasyon beklentilerinin gerçeği yansıttığını kabul edersek, devlet iç borçlanma senetlerinin getirisi beklenen enflasyonun da gerisinde. Yani devlet iç borçlanma senetlerinin reel getirisi negatif.
Negatif reel faiz, enflasyonu değil de beklenen kur değişmelerini dikkate alan uluslararası yatırımcılardan kaynaklanıyor. Bir gün yabancı yatırımcılar çekilirse ne olacak? Devlet iç borçlanma senetlerini destekleyecek kurumsal bir yapı var mı? Merkez Bankası böyle bir durumda faizlerin çok artmasını engellemeye çalışır mı? Faizler çok artıp da bütçede faiz yükünün artmasını telafi edecek bir esneklik var mı? Zor sorular. Soruların çoğunun da yanıtı pek olumlu değil.
İkinci önemli konu, Merkez Bankası'nın politikası. Bu politikayı anlayanlar olduğu kadar anlamayanlar da var. Anlamayanlar, Merkez Bankası'nın politikasının yurtiçindekilerce anlaşılmadığı inancındalar. Anladıklarını söyleyenler ise bu politikanın arzulanan hedeflere varmak için yetersiz olduğunu düşünüyor. İyi anlatılmadığı düşüncesindeler. İyi anlaşılmadığı için de ekonomik birimler tarafından ekonomide risklerin arttığı şeklinde algılandığını savunuyorlar.

İKİNCİL KONULAR
Tali konular var. Büyüme oranının düşmesi dikkat çekiyor. Kalıcı mı yoksa geçici mi olduğu sorgulanıyor. İhracat artışının sürdürülebilirliği merak ediliyor. Türkiye'nin kur savaşlarının bir parçası olup olmayacağı soruluyor. Orta dönemde bütçe açıklarının yeniden bir sorun olup olmayacağı irdeleniyor.
Hiç kimse, belki de tesadüftür, Türkiye'nin kredi notunun artıp artmayacağı konusunda bir soru sormadı. Ya bu sorunun yanıtını biliyorlar ya da kredi notunun artıp artmamasını önemli bulmuyorlar.