Advertisement
1999 yılından başlayarak IMF'den aldığımız borçlar nihayet bitiyor. Borçlu kalmamak elbette sevindirici bir durum. Bu durumu bir öcüden kurtulmak gibi yorumlarsak yanlış olur. Bu yanlışa Türkiye geçmişte çok sık düştü.
Kurulduğundan bu yana IMF ile 20'ye yakın program yaptık. Her defasında IMF'den borçlandık. Yaptığımız programların ya 3'ünü ya da 5'ini tamamlayabildik. Çoğu programın ortasında su koyverdik. Bunu IMF'den kurtulduk diye kamuoyuna sunduk. O nedenledir ki, IMF'den hiç kurtulamadık. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki 65 yılın yalnızca toplam yaklaşık 20 yıl kadarını Türkiye IMF'siz geçirebildi. Kurtulduk derken, geçmişte IMF'ye muhtaç olduk.

IMF'YE KIZDIKÇA

Yakın tarihinin yaklaşık 45-50 yılını IMF ile yapılan programlar içinde geçiren bir ülke, mutlaka bir şeyler öğrenmiştir. Her ne kadar IMF'ye olan borçların bitmesi "IMF'den kurtuluyoruz" sloganıyla kamuoyuna sunulsa da, IMF'nin bir ülkeyle tek taraflı bir program yapmadığını artık herkes biliyor. IMF'ye giden biziz, bir program yapmayı taahhüt eden biziz, alınan mali destek (borç) karşılığında üzerinde uzlaşılan programı uygulamak durumunda olan da biziz.
IMF ile 2001 krizi sonrası yapılan programın uygulaması zaten 2008 yılında bitmişti. Borç bitmemişti. Şimdi, borç da kapanıyor. Program döneminde IMF sıkça kapımızı çalıp program uygulamasını kontrol ederdi. Program bittikten sonra, borçlu olduğumuzdan, "program sonrası" gözetim ziyaretleri yapılıyordu. Şimdi, bunların tümü bitti. Her üye ülke için yapılan düzenli 4. madde ziyaretleri yapılmaya devam edecek. IMF yine rapor yazacak. Bazı raporları sevmeyeceğiz. Bazılarının kamuoyuna açıklanmasını engellemeye çalışacağız. Bazen de, "Bak, IMF bile yapılanları övüyor" diye IMF'den gelen destekle övüneceğiz.
Bundan sonra ne olacak? Geçmişte yapılan yanlışlar tekrarlanmazsa, küresel ekonomi tepetaklak devrilmezse, IMF ile bir program yapmanın zemini artık olmaz. IMF ile bir program yapmaya yaklaşıp yaklaşmadığımız (öncü gösterge) ise IMF'ye ne sıklıkta kızmaya başladığımızla belli olur. Türkiye, 1984 ile 1994 yılları arasında IMF'siz yaşadı. Bu 10 yıl Türkiye'nin IMF'siz yaşadığı en uzun süreydi. Dikkatli incelenirse, bu 10 yılın ikinci yarısında IMF'ye giderek daha fazla kızmaya başlamıştık. 1995 yılının ikinci yarısında IMF ile yapılan programı terk edip seçimlere gidildi. Ancak dört yıl dayanabildik. 1997 yılından başlamak üzere IMF'ye giderek daha fazla kızar olduk. Kızmak para etmedi. Önce yakın izleme anlaşması yaptık. Ardından da 2001 Krizi'nin gelişini hızlandıran bir programı imzalamak durumunda kaldık.

İÇ VE DIŞ DENGELER

IMF'ye muhtaç olmamanın tek yolu var: ayağımızı yorganımıza göre uzatmak. Yorgan, kendi kaynaklarımız. Ayağımız, ekonominin ihtiyacı olduğu kaynak. İhtiyacımız olan kaynak sahip olduğumuz kaynaklardan fazla ise ve bu ihtiyacımızı piyasalardan elde etmekte zorlanıyorsak, IMF'ye göz kırpıyoruz demektir. IMF'ye göz kırpmayacaksak, ekonomideki iç ve dış dengeleri sağlam tutmak zorundayız.
"İç denge" kavramı kamu finansman dengesidir. "Dış denge" cari işlemler dengesidir. Bu iki kavram birbirleriyle ilişkili olsa da, bir ülkenin içeride ve dışarıdaki borçlanabilme kapasitesine göre, farklılaşabilir. Örneğin, 1990'lı yıllarda dış denge sorunumuz yoktu, ama kamu finansman sorunumuz vardı. Şimdi, iç denge sorunumuz yok, ama cari işlemler dengesi sorunumuz var. İki dengede de sorunumuz olmadığında, IMF'den olabildiğince uzaktayız diyebiliriz.