Advertisement

Bir yanda yurtdışı piyasalarındaki gerginlik, diğer tarafta yurtiçinde gelişen olaylar finans piyasalarındaki tansiyonu yükseltti. Bizim gibi ekonomilerde piyasalarda yükselen tansiyon kendini döviz piyasasında gösterir. Bu kez de öyle oldu. Sepet bazında, yarım dolar ile yarım Euro’nun TL fiyatı 2.05 civarındayken 2.20’yi aştı. Dalgalı kur sistemindeyiz deyip döviz piyasasında olan bitene seyirci kalınabilirdi. Geçmişte bu yaklaşımı çok görmüştük. Bu kez Merkez Bankası daha çabuk davrandı. Döviz piyasasındaki tansiyon daha fazla artmadan çok da sert olmayan bir müdahalede bulundu. Piyasaya verdiği TL likiditesinin maliyetini biraz artırdı. Beş farklı ihale ile piyasaya 250 milyon dolar sattı. Bunun yapıldığı gün döviz kurları sanki fazla düşmemiş gibi görünmüş olsa da, aslında piyasaya “Dur” diyen birinin olduğu izlenimi verilmiş oldu. Bu müdahalenin asıl etkisi daha sonraki günlerde görüldü.

MALİYET DAHA YÜKSEK OLURDU

Neden Merkez Bankası böyle bir müdahaleyi gerekli gördü? Çeşitli nedenler sıralanabilir. Birincisi, döviz kurlarındaki artışın mal ve hizmet fiyatları üzerine olan olumsuz etkisini azaltmak. Hedeflenen enflasyon ulaşılabilir bir noktadayken, Merkez Bankası’nın çeşitli nedenlerle kurlarda yaşanacak oynaklıklarla enflasyon hedefinin ıskalanmasına göz yumması hata olurdu. İkinci neden döviz kurlarındaki oynaklıkların ekonomik birimlerin yatırım ve tüketim kararlarını olumsuz etkilemesinin önüne geçmek. Ekonomik büyüme zaten arzulanan düzeyin altında. Özel kesim tüketim talebi daha yeni kıpırdanmaya başlamış. Özel kesim yatırım talebi ise daralmaya devam ediyor. Döviz kurlarındaki artışa göz yummak tüketim talebinin yeniden törpülenmesine, yatırım talebinin iyice daralmasına neden olup ekonomik büyümenin daha da aşağılara gelmesine neden olabilirdi. Merkez Bankası’nın döviz kurlarının oynaklıklar nedeniyle büyümenin düşmesine göz yumması hata olurdu. Müdahale neden başlarda yapıldı da, biraz beklenmedi? Döviz kurlarındaki sıçramaya seyirci kalındığında, arzulanmayan etkiler zaten devreye girmeye başlıyor. Daha sonra yapılan müdahaleler belki döviz kurlarını disiplin altına alıyor, ama olumsuz etkileri silmeyi başaramıyor. Kaldı ki, oynaklıklar uzun süre devam ettiğinde, döviz kurlarını istikrara kavuşturmanın maliyeti çok daha yüksek oluyor.

KARARI KİM ALDI?

Kısacası, Merkez Bankası’nın müdahalesi doğruydu. Müdahale kararının alınış biçimine yönelik bir eleştirim var. Merkez Bankası Yasası para politikası kararlarının alınmasına yönelik iki organa yetki veriyor: Banka Meclisi (BM) ve Para Politikası Kurulu (PPK). BM’nin görevleri arasında “para politikası stratejisi ve enflasyon hedefi doğrultusunda uygulanabilecek para politikasına ve kullanılabilecek para politikası araçlarına ilişkin karar alınması“ vardır (Madde 22.a). 2011 yılında yapılan bir ekleme ile “... gerektiğinde sınırlarını yazılı olarak açıkça belirtmek şartıyla yetkilerinden bir kısmını diğer organlara devredebilir“ hükmü getirilmiştir. PPK aldığı kararlar konusunda Banka Meclisi’ni bilgilendirir. Yetkilerini devredebilmesi konusunda ise yasada hiçbir ibare bulunmuyor. Geçen hafta içinde Merkez Bankası’nın müdahale etme kararını verecek olan organ PPK gibi olmalıydı. Ama, basın açıklamasında kararın hangi organ tarafından alındığı belirtilmiyor. Karar Merkez Bankası İdaresi tarafından alınmış görünüyor. İdare, Başkanlık (Başkan ya da herhangi bir Başkan Yardımcısı) ya da Yönetim Komitesi (Başkan ve dört Başkan Yardımcısı) olabilir. Ama, bu organların para politikası konusunda karar alabilme yetkilerinin olup olmadığı açık değil. Piyasayı yatıştırmaya yönelik para politikasında yapılacak rota değişikliklerine her zaman ihtiyaç olacaktır. Ama, yapılan rota değişikliklerinin hangi yetkili organ tarafından kararlaştırıldığı alınan kararlara itibar kazandırmak için önemli bir unsur. Önemsiz gibi görünse de, para politikasına inandırıcılık kazandıran en önemli unsurlardan biri para politikasının hukuki yapısı ve bu yapının ekonomik birimlerce bilinmesidir.