Advertisement

Merkez bankalarının söylevleriyle piyasaları yönlendirmesi para politikasının en önemli, belki de en etkin araçlarından biri. Para politikasının etkinliği açısından bu araç günümüzde derinleşen ve küreselleşen finans piyasaları ile çok daha önemli hale geldi. O nedenle de, merkez bankaları bu aracı çok sık kullanmaya başladı.
Para otoritelerinin piyasaları yönlendirme kabiliyeti piyasaların söylenenlere ne kadar inandığı ve söylenenlerin ne kadar gerçekçi olduğu ile yakından ilgili. Yani, para otoritesinin inandırıcılığı ve itibarı, yönlendirme işlevinin etkinliğini belirleyen unsurlardan. "Çok laf yalansız olmaz" dendiği gibi, merkez bankalarının da kendilerine çok hedef koymaları inandırıcılığı da, itibarı da zedeleyen bir unsur oluyor. O nedenle, merkez bankaları genellikle tek bir hedefi göz önüne alarak piyasaları yönlendirmeye çalışırlar. Birden fazla hedefi tutturmaya çalışan merkez bankaları genellikle bunun fiyatına katlanırlar.
Amerikan Merkez Bankası hem istihdamın azamide olması hem de enflasyonun düşük olması hedeflerini beraber götürmeye çalışır. Euro öncesi Almanya Merkez Bankası ise yalnızca düşük enflasyonu hedef alırdı. Bazı dönemler hariç, iki merkez bankası da başarılıydı denebilir. Ama, rahmetli hocamız Demir Demirgil'in söylediği gibi, Almanya'da faizler yüzde 2, Amerika'da yüzde 4 ve bir dolar 2 Mark'tı. Elbette gerçekleşmeler iniş-çıkışlar gösterirdi, ama 1950-1990 döneminin yaklaşık ortalamaları buydu. Amerika uzun yıllar Almanya'nın iki katı faizle boğuşmuştur. Şimdi de, 10 yıllık devlet tahvili Amerika'da yüzde 2.8 iken, Almanya'da yüzde 1.8 civarında. Para otoritesinin inandırıcılığı ve itibarı daima "yönlendirme işlevini" güçlendirir. Bunun ödülü düşük faizlerdir.

BİZDEKİ DURUM
Türkiye çok hedefli para politikası uygulamasını çok denedi. Olmadı. Zorla da olsa, 2001 yılında tek hedefli para politikasına geçildi. Yasal olarak geçildi, ama uygulamada geçildiğini iddia edemeyiz. Özellikle son dönemde para politikasının neyi hedeflediği günden güne değişmeye başladı. Para politikası, duruma göre, bazen kurları, bazen büyümeyi, bazen faizlerin düzeyini, bazen cari işlemler açığını, bazen de ithalat/ihracatı hedefler hale geldi. Böyle bir yapıda "Merkez Bankası'nın piyasaları yönlendirebilme kabiliyeti hiç kalmadı" dersek, fazla abartmış olmayız. Para politikasının inandırıcılığı asgari düzeylere indi. Piyasaların inanmadığı ileriye dönük döviz kuru rakamlarının telaffuz edilmesi zaten düşmekte olan inandırıcılığa tuz-biber ekti. 2011 yılının başlarında enflasyon yüzde 4'ün altına geldi. Orada tutunamadı. Çünkü, hedef enflasyon değil, başka değişkenlerdi. Gelinen nokta başarı kabul edildi. Başka alanlara bakmakta sakınca görülmedi. Dokuz ay içinde enflasyonu çift haneye taşımayı başardık. Onlarca yıl yüksek enflasyonla yaşamış bir ülke olarak "enflasyonla mücadelenin hiçbir zaman ihmal edilemeyecek bir olgu" olduğunun bilincine henüz varamadık. Piyasalar bu nedenle para otoritesine güvenmiyorlar. Bu nedenle enflasyon da yüksek, faizler de. 2012 yılı sonunda, 2013 yılı içinde enflasyonun sözde hedeflenen yüzde 5'e inmesi çok büyük bir olasılık olarak görünüyordu. Ama, 2013 yılında hedef enflasyon değil de cari işlemler dengesi olunca, döviz kurlarındaki çıkışa büyük ölçüde seyirci kalındı ve enflasyonun yeniden yüzde 8'lere tırmanması kabullenildi. Şimdi, Merkez Bankası 2014 yılı içinde enflasyonun sözde hedeflenen düzeye ineceğini söylüyor. Ama, piyasalara inandırıcı gelmiyor. Çünkü, piyasalar gelecek yıl Merkez Bankası'nın hangi makro ekonomik değişkeni hedef alacağını bilmiyor. Teknik deyimiyle, Merkez Bankası'nın tepki fonksiyonunu tahmin etmek olanaksız hale geldi. Halbuki, para otoriteleri, tepki fonksiyonlarının tahmin edilebilirliği arttıkça, itibarlarını, inandırıcılıklarını ve piyasaları yönlendirme kabiliyetlerini artırabilirler.