Advertisement

Döviz kurları her gün yeni bir rekor tazeliyor. Dolar kuru 2.22 TL’yi, Euro kuru 3.01 TL’yi aştı. İkisinin ortalaması olan sepet kur 2.60’ın üzerine çıktı. Artık ne olacağını biliyoruz. Enflasyon yukarı, büyüme aşağı gidecek. Cari işlemler açığı daralacak. Konuya yüzeysel yaklaşırsak arzulanan bu olabilir. Ama böyle bir denge “istikrar” demek değil.

Dönemsel olarak Türkiye kur artışlarından medet umdu. Döviz kurları artarsa, ihracat artacak, ithalat düşecek, dış açıklar azalacak diye düşünüldü. Çoğu zaman ihracat arttığı için değil, ithalat düştüğü için dış açıklar azaldı. İthalatın düşmesinin nedeni de, iç talebin ithal mallarından yerli üretime kaymasından değil, toplam talebin düşmesinden kaynaklandı. Bir başka ifadeyle, döviz kuru artışları iç talebi düşürüp ekonomik büyümeyi yavaşlatarak ya da ekonomiyi küçülterek ithalatı azalttı.

KUR ARTIŞI NE YAPACAK?

İki farklı senaryo düşünelim. Birinci senaryoda Türkiye’nin yurtdışından kaynak bulma olanakları tıkanıyor. Doğal olarak döviz kurları fırlıyor. Ekonomi krize giriyor. İkinci senaryoda dış borçlanma olanaklarında kayda değer bir tıkanma yok. Ama dış açıkları düşürmeye yönelik olarak döviz kurlarının artması isteniyor. Yurtdışından elde edilen kaynakların ekonomiye girmesi bir biçimde engelleniyor. Bu senaryoda da döviz kurları fırlıyor. Ama, buna “kriz” değil, “ekonomide dengelenme” diyoruz!

İki senaryonun da sonuçları aynı. Enflasyon yukarı, büyüme aşağı gidiyor. Hatta, gerekli çözümler üretilemediğinde, ekonomi reel olarak küçülüyor. 2001 ve 2009 yıllarında yaşananlar birinci senaryoya daha yakındı. 2011 sonu ve son dönemde yaşananlar ise ikinci senaryoya daha yakın. Son dönemde yaşananların daha sonuna gelmedik. Böyle giderse, sonuçları çok ağır olabilir. Çünkü, döviz kurlarının fırlaması başlarda arzulansa da, bir süre sonra döviz kuru oynaklıkları arzulanmayan boyutlara da gelebilir.

Neden ikinci senaryo bazı dönemlerde tercih ediliyor? Yani, neden bilerek döviz kurlarının fırlamasına izin verilip ekonomik büyüme yavaşlatılmaya çalışılıyor? En anlaşılır yanıt şu: Artan cari işlemler karşısında yurtdışından gelen kaynakların musluğunu dış piyasalar kapatmadan, musluktan akan dış kaynaklar bilerek azaltılmaya çalışılıyor. Bir anlamda ekonomik büyümede zikzaklar çizmek yerine daha istikrarlı bir büyüme süreci yaratılmaya çalışılıyor.

ATEŞ DÜŞMELİ

IMF’nin basına da yansıyan bir çalışmasında “Türkiye ekonomisinin yıllık yüzde 3- 3.5’ten daha yüksek büyümesi, cari işlemler açığı riski yaratır” deniyor. IMF’nin çalışmasını baz alırsak, Türkiye ekonomisinin istikrarlı ve sürdürülebilir büyüme oranının yüzde 3.5’in üzerinde olmadığını kabul etmiş oluyoruz. Bu oran Türkiye’nin son 60 yıllık ortalamasının 1 puandan fazla altında. Ekonomik olarak da, siyasi olarak da pek kabul edilebilir bir oran değil. O halde, cari işlemler açığını düşürmenin yolunu döviz kurlarında değil, ekonomik yapının değişmesinde aramalıyız. Çözümü döviz kurlarında aramak, hastanın ateşini kontrol etmek için üzerine soğuk su döküp ateşi yükselten nedeni göz ardı etmeye benziyor.

Sorun daha da derinleşmeden döviz piyasasındaki ateşi düşürmek gerekiyor. Aksi takdirde, Türkiye ekonomisi 110 milyar doların üzerindeki döviz rezervleriyle ciddi bir krize doğru ilerliyor. Seyrederek bu sürecin sonuna geldiğimizde, “Ekonomide dengelenme oldu” diyebilmek çok zor olacak. TL’de sorun yaratarak döviz kuru artışlarına bel bağlamak yanlış!