Advertisement

Son haftalarda Fransız ekonomisi daha sık konuşulur oldu. Euro Bölgesi’nin ikinci en büyük ekonomisi kaygı veriyor. Avrupa’nın borç krizi içindeki ülkelerinin yavaş da olsa toparlanma aşamasına geldiği bir dönemde birçok kişi Fransa’nın sorun çıkarabilecek ülkeler arasında ilk sırada olduğunu iddia ediyor. Fransa diğerlerine benzemiyor. Küçük ülkeleri kurtarmak göreli olarak kolaydı.

Ama, Fransa ekonomisi çökerse, tüm Avrupa ekonomilerini de arkasından sürükleyebilir. Fransa ekonomisini kurtarmak o denli kolay olmayabilir. Fransa’da ekonomik büyüme düştü. Büyüyememe sorunu yaşıyor. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 95’i aştı. İşsizlik oranı Euro Bölgesi ortalamasının altında, ama yüzde 11 ile büyük ekonomiler içinde en yükseklerden biri.

En büyük sorunu, bütçe açığı milli gelirlerinin yüzde 5’i civarında olmasına rağmen, ekonomik büyümesinin borç artışının oldukça altında olması. Euro’nun büyük ülkeleri içinde en yüksek borçlanma faizi Fransa’da. Faiz oranı ekonomik büyümesinin oldukça üzerinde. YOLUN SONUNA GELİNDİ Yapılan tahminlere göre, Fransa ekonomisinin uzun dönemli potansiyel büyüme oranı yüzde 3 civarında. Ama, gerçekleşen büyüme oranı yüzde 1’in altında.

On yıl vadeli borçlanma faizi yıllık yüzde 2.5 civarında. Euro Krizi’nden bu yana bu eğilim devam ediyor. Fransa’da emeğin üretkenliği oldukça yüksek. Bugüne kadar durumu idare etmelerinin en büyük nedenlerinden biri de zaten emek verimliliğinin rekabet ettiği ülkelere göre daha yüksek olması. Ama, işgücü piyasası katı. Önümüzdeki günlerde Davos’ta yıllık toplantısını yapacak olan Dünya Ekonomik Forumu‘nun hazırladığı rekabet endeksine göre, istihdam ve çalışanların işten atılma kolaylığı açısından 148 ülke arasında Fransa en kötü 144’üncü ülke.

Türkiye de Fransa’nın hemen yanında. Geçmişte sürekli cari işlemler fazlası veren Fransa son beş yıldır sürekli cari işlemler açığı veriyor. İşsizlik sigortası oldukça cömert. İki yıldan fazla (28 ay) çalışmış olanlar işsiz kaldıklarında, eski ücretlerinin yüzde 75’ini iki yıl boyunca işsizlik sigortasından alabilme hakkına sahipler. Böyle bir sistem işsizlerin iş aramalarını teşvik etmiyor. Dolayısıyla, yüksek işsizlik oranı aynı zamanda yüksek devlet harcamaları anlamına geliyor.

Fransa’da devlet harcamalarının milli gelire oranı yüzde 57 civarında. Vergi gelirlerinin milli gelirlerine oranı da yüzde 44’e dayandı. Bu oranla Fransa AB’de dördüncü en yüksek vergi geliri elde eden ülke. İşveren çalışanına 100 öderken, çalışanın eline geçen yalnızca 50. Böyle bir resimde, kamu finansman dengesini sağlayabilmek için Fransa en yüksek vergi diliminde oranı yüzde 75’e yükseltti. Kamu finansman dengesini düzeltebilmek için, harcamaları kısmak değil, vergi gelirlerini artırmak tercih edildi. Galiba bu alanda yolun da sonuna gelindi. Şimdi harcama kısıntısından söz edilmeye başlandı.

REFORMLARI YAPABİLİR Mİ?
Fransa gerçekten Avrupa’nın bundan sonraki baş ağrısı olabilir mi? Uluslararası likiditenin son yıllarda görülmemiş boyutlarda artması çok borçlu ülkelerin göreli riskini azaltan bir rol oynadı. Şimdi, uluslararası likiditenin eskisi kadar artmayacağı, hatta azalabileceği bir döneme giriyoruz. Ellerini çabuk tutmazlarsa, Avrupa’daki birçok ülke yüksek borçluluklarını çevirmekte zorlanabilecekler. Bunların arasında Fransa da var. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande‘ın popülaritesi oldukça düşük.

Bugüne kadarki performansı da ilerisi için çok umut vermiyor. Fransızlar bu konuları olağan görseler de, Hollande‘ın son dönemde özel hayatına yönelik gelişmeler de Fransa ekonomisini düzlüğe çıkarabilecek reformları yapabilmek için gerekli koalisyonların oluşturulmasını güçleştirebilir. 2014 yılı, Avrupa’nın diğer borçlu ülkeleri yanında, Fransa’nın da konuşulacağı bir yıl olacak gibi görünüyor.