Advertisement

Makro ekonomik politika araçlarının kullanılmasının üzerine siyasi gerekçelerle ya da iktisadi bakış açısıyla çeşitli kısıtlar konduğunda, arzulanan dengeler dolambaçlı yollardan sağlanmaya çalışılıyor. Çoğu zaman da bu yaklaşım arzulanan sonuçları doğurmuyor. Doğurmadığı gibi, finansal sektörün risklerini idare edilebilir düzeyde tutmaya yönelik araçlar “makro ihtiyati önlemler” adı altında makro ekonomik dengelerin oluşturulmasında kullanılmasıyla, başka riskler de yaratılmış oluyor.

Yalnızca bankacılık sektörünün sağlıklı çalışmasına odaklanması gereken Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) risklere değil, makro dengelere önem vermeye başlıyor. Bugün tüketici kredilerindeki artışı dizginlemek için kullanılan önlemlerin tersi yarın ekonomik büyümeyi teşvik etmek için kullanılacak. Bir gün geriye dönüp bakıldığında, ekonomik büyümeyi hızlandırma pahasına bankacılık sektöründeki “risk” olgusunu kaybetmişiz. Eğer böyleyse, neden BDDK gibi ayrı bir kuruluşa ihtiyaç vardı? Bu işi Merkez Bankası da çok iyi, hatta daha da iyi yapabilirdi. Bankacılık sektörünün düzenlenmesi denetlenmesinden sorumlu ayrı bir kurum kurmanın arkasında sapla samanın birbirine karıştırmama arzusu vardı. Bu noktadan artık uzaklaşıldı.

MAKRO İHTİYATİ ÖNLEMLER ÇALIŞMIYOR
Benzer hatalar yalnız bizde değil, başka ülkelerde de yapılıyor. Aynı yaklaşımların başka ülkelerde de benimsenmiş olması bizim yaptıklarımızın doğru olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin, ekonomik birimlerin aşırı borçlanmaları yoluyla çeşitli piyasalarda oluşacak balonlarla mücadele için Bank of England, politika faizini artırmak yerine balon oluşan piyasalara yönelik kredilerde sermaye gereksinimini artırmayı düşünüyor. Finansal kurumlar için maliyeti artırarak kredi genişlemesinin dizginlenmesi hedefleniyor.

Bu yaklaşım çalışır mı? Elde yeteri kadar veri olmasa da, pek çalışmadığı yönünde genel bir izlenim var. Örneğin, makro ihtiyati önlemler devreye girdiği için Merkez Bankası son bir yıldır kredi genişlemesinin kademeli olarak düşeceğini bekledi. Aksine, kredi genişlemesi geçen yıl sonuna kadar hızlanarak devam etti. Bundan sonra kredi büyümesi yavaşlayacaksa, bu, makro ihtiyati önlemler nedeniyle değil, genel faizlerin artması nedeniyle olacak.

Wall Street Journal yazarlarından Richard Barley‘nin yazdığına göre, Hindistan’da ticari gayrimenkul, Brezilya’da oto kredi kredilerinde risk ağırlığının artırılması yoluyla başarı kazanıldığı yönünde bir izlenim var. Buna karşılık, hane halkı borçları, kullanılabilir gelirlerinin yüzde 170’ine varan İsveç’te kredilerde sermaye yeterliliği artırıldığı halde, kredi büyümesinde bir yavaşlama görülmedi. Kredi faizlerinde de kayda değer bir değişme olmadı. İsveç Merkez Bankası, İsveç Finansal Denetim Otoritesi’nin uygulamaya koyduğu makro ihtiyati önlemlerden pek memnun görünmüyor.

İsviçre’de de benzer bir durum var. İsviçre Merkez Bankası konut kredilerine yönelik sermaye gereksinimini ikinci kez artırdı. Yine de, konut fiyatları gelirlerden daha hızlı artmaya devam ediyor. Konut kredileri milli gelirlerinin yüzde 110’una ulaştı. Makro ihtiyati önlemler konut kredileri faizinin virgülden sonraki ikinci hanesini değiştirebildi.

KREDİ TAHSİS
“Faizler artmasın, ama tüketici kredilerindeki artış dizginlensin” ya da “Büyük yatırımcılarla küçük ve orta ölçekli işletmeler ucuz kredi kullansın, ama hanehalkı çok kredi kullanmasın” gibi yaklaşımlar politika yapıcılarını doğal olarak bir arayışa itiyor. Onların da bulabildikleri çözüm sapla samanı karıştırmak oluyor.

Böyle giderse, çok yakında politika yapıcıları kredilerde sektör bazında tahsis uygulamasına gidecek. İşte o zaman serbest piyasa ekonomisinin sonuna gelmiş olacağız. Riskler de doğal olarak vergi verenlerin sırtına yüklenecek.