Advertisement

Küresel finans piyasalarında "yükselen ekonomi"(emerging market) olmak önemli bir özellik. Yükselen ekonomi olduğunuzda küresel düzeydeki yatırımcıların haritasına girmiş oluyorsunuz. Yurtdışından kaynak çekebilme potansiyeliniz artıyor. Ülkeye giren doğrudan yabancı yatırımlar artıyor.
Kısacası, ekonomik büyüme için gerekli kaynaklar artıyor. Uygulamaya konan yapısal reformlar sayesinde Türkiye özellikle 2001 yılından sonra bu konuma geldi. Küresel piyasaların yükselen ekonomilere karşı bonkör davranmasıyla da, dönemsel olarak büyüme rekorları kırdı.
Küresel sermaye girerken beraberinde getirdiği en büyük sorun yerli paranın değer kazanma eğilimine girmesi. Ülkeye bolca döviz girdikçe, kurlar düşüyor ve ekonominin uluslararası rekabet gücü zayıflıyor. Döviz kurlarına yönelik para politikası izlediğinizde, parasal genişleme ile beraber enflasyon riskini artırıyorsunuz. Bir anlamda, yeni kıta Amerika'dan altın geldikçe 1700 ve 1800'lü yıllarda Avrupa'nın yaşadığı sorunlara benzer sorunlar oluşuyor.
Küresel sermaye girişlerine alışmış bir ekonomide sermaye girişleri hız kestiğinde ya da tersine döndüğünde, belki daha büyük sorunlar oluşuyor. Yerli para değer yitirme sürecine giriyor. Döviz kurlarına yönelik para politikası izlediğinizde, döviz rezervleri erimeye başlıyor. Bir noktada bu yöndeki para politikası sınırlandırılmış oluyor. Dış kaynakla beslenmeye alışmış ekonomilerde büyüme sekteye uğruyor.
İçinde yaşadığımız ortamda yükselen ekonomileri yönlendirmede en büyük sorun küresel sermaye hareketlerinden kaynaklanan makro ekonomik sonuçları idare edebilmek. Kısa dönem bakıldığında, bocaladığımız yıllar olduysa da, uzun dönemli baktığımızda bu konuda Türkiye'nin karnesi çok kötü sayılmaz. Yükselen ekonomiler sınıfına göreli olarak yeni girmiş olsak da, sınıftan atılma riski şimdilik yok. Dolayısıyla, yükselen ekonomiler üzerindeki bugünkü bulutlu hava dağıldığında, küresel sermayenin çıkışının yarattığı değil, girişinin yarattığı sorunlarla yine boğuşmak zorunda kalabileceğiz.

ARJANTİN
Küresel sermaye akımlarının idaresi konusunda sınıfta kalan ülke Arjantin. 1800'lü yılların sonunda, 1900'lü yılların başında Arjantin dünyanın yedinci büyük ekonomisiydi. Göreli olarak gelişmiş Batı Avrupa ekonomilerine göre Amerika kıtasında yükselen ekonomi iki vardı: Amerika Birleşik Devletleri ve Arjantin. Bugün, Çin'im mi yoksa Hindistan'ın mı "yükselen ekonomiler" sınıfından çıkıp "yükselmiş ekonomiler" sınıfına gireceği tartışılıyor. Bir asır önce aynı tartışma Arjantin ve Amerika Birleşik Devletleri için yapılıyordu. Sonuç ortada.
Amerika Birleşik Devletleri ekonomi ve siyaset sahnesinde süper güç. Arjantin ise yüz yılı aşkın bir süredir bocalıyor. Bocalamasının en büyük nedeni küresel sermaye hareketlerini iyi idare edememiş olması. 1990'lı yıllardaki göreli parlak bir devirden sonra son on yıldır Arjantin ekonomisi büyük bir kriz içinde. Sermaye kontrolleri işe yaramadı. Paralarının değer yitirmesinin önüne yalnızca döviz satarak geçileceğini sandılar, yapısal reformlarla makro dengeleri güçlendirmeyi göz ardı ettiler. Yanıldılar. Döviz rezervleri eridi. Şimdi, uluslararası sermaye hareketlerini yeniden serbest bırakmaya çalışıyorlar. Ama, artık küresel sermaye Arjantin ile ilgilenmiyor. Arjantin artık yükselen ekonomi dahi değil. Çöküyor.
1970'li yılların başında küresel parasal sistem altın standardından çıktıktan sonra 1980'li yıllarla başlayarak dünyada yepyeni bir düzen oluştu. Düzenin merkezinde tamamen serbest uluslararası sermaye hareketleri var. Bu sistemin getirdiği sorunlarla mücadele edebilen ekonomiler iki adım ileri, bir adım geri yükselmeye devam edecek. Beceremeyenler Arjantin gibi olacak.