Advertisement

Büyük Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli çerçevesinde özel sektörün yükleneceği projelerde ihtiyaç duyulan dış krediler için devlet garantisi verilmesi tartışılıyor. Tartışılması çok olumlu. Devlet önüne gelen her proje finansmanına garanti vermemeli. Ama özel sektörün üstlendiği hiçbir proje için devlet garanti vermemeli demek de yanlış. Devlet seçici olmalı. Seçerken şeffaf ve hesap verebilir olmalı. Projenin sosyal ve/ veya ekonomik katkısının büyük olması aranmalı. Alt sınır olan 1 milyar TL çok küçük bir rakam. Ticari sır diye kamu parasının nerede ve nasıl kullanıldığını gizlemek ise çok büyük bir yanlış. İstismara çok açık.
Dış krediye devlet garantisi verilmesine karşı çıkanların korkusu ve gördüğü risk, bir gün bütün özel sektör kredilerinin devlet garantisi altına girmesi. Yani, devlet elini verip kolunu kurtaramayacak duruma gelebilir. Geçmişte böyle olmuştu. Devlet garanti vermediği, hatta haberi bile olmadığı dış kredileri üstlenmek durumunda kalmıştı. Şimdi de olabilir. Evet, olabilir. Marifet, böyle olmamasına çalışmaktır.

GARANTİSİZ TİCARİ BORÇLAR
Geçmişte yaşanan “Garantisiz Ticari Borçlar” konusu korkumuzun temelini oluşturuyor. 1980 yılı öncesi özel sektörün yurtdışından kullandığı ticari borçlar, devlet borçlarının yeniden yapılandırılması müzakerelerinde sorun olmuştu. O dönemde devlet ve Merkez Bankası’nın dışında yurtdışı ile herhangi bir işlem yapmak söz konusu değildi. Ama, döviz kıtlığı nedeniyle normal kanallardan ithalatını yapamayan özel sektör, yapacağı ithalat için ya cebinde kaçak para götürüp alıcısına peşin ödeme yapıyordu ya da alıcıdan ticari kredi kullanıyordu. Aynı ithalat için iki kez ödeme yapıldığı çok iyi bilinir.
Türkiye dış borçlarını yeniden yapılandırmak için oturduğu müzakerelerde alacaklılar garantisiz ticari borçların devlet tarafından ödenmesini şart koşmuştu. Yeniden yapılandırılan kredi tutarı içinde garantisiz ticari borçlar göreli olarak küçük bir miktar olduğundan, toplam borçların yeniden yapılandırılmasının önünü açmak için o dönemde garantisiz ticari borçları devlet üstlenmek durumunda kalmıştı. Bu borçların alacaklıları Türkiye’de yatırım yapmak şartıyla alacaklarını TL olarak tahsil edebilme olanağına kavuştular. Doğal olarak yurtdışında Türkiye’nin garantisiz ticari borçları konusunda bir pazar oluştu.

ÇÖZÜM, KORKUYLA KARŞI ÇIKMAK DEĞİL
Şimdi bu korkuyla özel sektörün alacağı bazı dış kredilere Hazine’nin garanti vermesine karşı çıkılıyor. Hazine birçok devlet kuruluşunun dış borçlarına garanti veriyor. Belediyelerin dış borçlarına garanti veriyor. Çoğu zaman da, bu borçları Hazine ödemek durumunda kalıyor. 2000’li yıllar öncesinde kamu finansmanında disiplini bozan en önemli etkenlerden biri de buydu. Zaten geri ödeyebilme gücü olmayan kamu birimlerine o dönemde dış borç almasına izin verilip arkasına Hazine garantisi koymak moda olmuştu. Devlet garantisi sistemi kötü kullanılmıştı.
Bu korkuyla yaşayamayız. Artık küresel sermaye piyasasına entegre olmuş bir ekonomiyiz. Sosyal ve/veya ekonomik katkısı yüksek projelere devlet garantisi vermek bizim icat ettiğimiz bir yöntem de değil. Küresel sermaye piyasasına entegre olabilmiş birçok devlet bu yöntemi uyguluyor. Devletin kredibilitesi ile özel sektörün ulaşamadığı piyasalardan sağlanan dış kredi olanaklarıyla büyük ve önemli projeler hayata geçirilebiliyor. Kendimizi bunun dışında tutmak, 120 km hız yapmaya müsait bir yolda her an kaza olabilir diye 40 km ile araba sürmeye benzer. Yeter ki, sistemi doğru kuralım. Hazine garantisinin veriliş biçimi bir başka yazının konusu.