Advertisement

“İhracata dayalı büyüme” kavramı kulağa çok hoş gelen bir kavram. Üreteceksiniz, ama ürettiğinizin önemli bir bölümünü üretenler tüketmeyecek, başka ülkelere satacaksınız. Bu yolla döviz kazanıp dış açıklar vermeyeceksiniz ya da dış açıklarınızı makul düzeylerde tutacaksınız. İç tüketim güçlü olmadığı halde, yurtdışına satmak için yapılan üretim yoluyla istihdam sağlayabileceksiniz. Yurtdışına yönelik üretim yapabilmek için de yatırımlar artacak. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Ekonomi iç talep tarafından yatırımlarla, ihracat yoluyla da dış talep artışıyla büyüyecek. Böyle bir ekonomide doğrudan yabancı sermaye akımı yoluyla yatırımları da hızlandırabiliyorsanız, keyfinize diyecek yok. Hem ihracat yoluyla döviz kazanıyorsunuz hem de sermaye akımları yoluyla görünürde maliyetsiz dış kaynak çekebiliyorsunuz.

ÇİN DENEYİMİ

“Türkiye ihracat ve yatırımlar yoluyla büyümeli” derken aslında “tüketmeden üretmek” demek istiyoruz. Bunu en iyi yapan ülkelerden biri Çin. Yaklaşık 1.5 milyar insan 7.5 trilyon dolar kadar bir milli gelir üretiyor. Kişi başına gelir yaklaşık 5 bin dolar civarında. Ülkenin beşte birinin kişi başına geliri ortalama 20 bin doların üzerinde. Geri kalan nüfusta kişi başına gelir bin dolar civarında. Çin gerçekten tüketmeden üreten

bir ülke. Bu kadar kalabalık nüfusa başka yoldan istihdam sağlamak da pek mümkün değil. Ama, bu konumunu sürdürebilmesi de pek mümkün görünmüyor. Çünkü, Çin hızla yaşlanan bir nüfusa sahip. Yakın bir gelecekte, tüketmeden üreten halk üretmeden tüketen bir konuma gelecek. Çin ürettiğini dışarı satmak yerine, önemli ölçüde kendisi tüketmek zorunda kalacak. O takdirde, Çin’in bugünkü büyüme performansını sürdürebilmesi mümkün olmayabilir.

TÜRKİYE GERÇEĞİ

Türkiye tüketmeden üretebilir mi? Elbette. Ama, bugünkü fiyatlarla değil. İç tüketim geride kalıp dış ülkelere satışlarımızı artıracaksak, bugünkü ücret düzeyinde bunu yapamayız. Çalışanlar göreli olarak fakirleşmek durumunda. Ürettiğimiz mallar uluslararası pazarda rekabetçi olacaksa, üretim maliyetinin göreli olarak düşmesi için işçi maliyetlerini aşağı çekmek de yetmez. Enerji

fiyatının da göreli olarak düşmesi gerekir. Çin ekonomisini rekabetçi kılan bunlar. Bugün Türkiye’ye yabancı sermaye geliyorsa, işçi ücretlerinin ve/ veya enerji maliyetinin düşüklüğünden gelmiyor. Yabancı sermaye açısından Türkiye’nin çekiciliği Türkiye’nin iç pazarı. Dünyada nüfusu 70 milyonu aşan çok fazla ülke yok. Yabancı sermaye nüfusumuzun büyüklüğüne bakıyor. Göreli olarak genç olan nüfusun ileride yapacağı tüketim harcamaları yabancı sermayenin iştahını kabartıyor. Genç nüfus, dinamik ekonomi özellikleri Türkiye’yi üretim maliyetleri göreli olarak yüksek olsa da, çekici yapıyor. Kısacası, küresel sermaye üretirken tüketen bir topluma sahip olduğu için Türkiye’yi göreli olarak çekici buluyor. Yerli sermaye için de durum aynı.

Bu ekonominin tüketmeden üreten bir ekonomiye dönüşmesi aslında Türkiye’nin çekiciliğini azaltan bir etken. Dönüştürmenin maliyeti çok yüksek. Siyasi olarak da kolayca cesaret edilebilecek bir olgu değil. Bunları üst üste koyduğumuzda, Türkiye ekonomisi için “ihracat ve yatırımlarla büyüyen bir ekonomi” sıfatı kulağa hoş gelen, ama gerçekleştirilmesi biraz ütopyaya kaçan bir olgu gibi görünüyor. Buna karşılık üretmeden tüketip yüksek ekonomik büyüme gerçekleştirebilir miyiz? Bu da bir başka ütopya.