Advertisement

Ekonomik büyümenin yılın ikinci üç ayında yüzde 2’lere yavaşlamış olması doğal olarak tedirginlik yarattı. Büyümedeki yavaşlamanın sorumlusunun ocak ayındaki parasal sıkılaştırma olduğu düşünülüyor. Halbuki, gecikmeli de olsa, büyümedeki yavaşlamanın asıl sorumlusu döviz kurlarında oluşan belirsizlik. Parasal sıkılaştırma bu belirsizliği yok etmeye yönelik sonradan devreye girdi. Ama yurtdışından kaynaklanan haberler ve jeopolitik risklerle göreli parasal sıkılaştırma belirsizliği yok etmeye yetmedi.

Parasal sıkılaştırma büyümedeki yavaşlamanın sorumlusu olarak görülünce, doğal olarak çözümün de parasal gevşemeye gidilmesi olduğu düşünülüyor. Bu yönde Merkez Bankası üzerinde baskıların artacağı beklentisi oluşuyor. Enflasyon tavan yapmışken, mayıs ayında Merkez Bankası’nın politika faizini indirmeye başlaması ve indirimlerin daha sonra devam etmesi baskıların sonucu olduğu izlenimini güçlendiriyor. Bu izlenim hem Merkez Bankası’nın itibarını, dolayısıyla para politikası duruşunun inandırıcılığını zedeliyor hem de ileriye dönük beklentileri daha da bozuyor. Döviz kurundan enflasyona geçişin göreli olarak güçlü seyretmesinin önemli nedenlerinden biri de yaratılan bu ortam.

SEÇENEK VAR MI?
Büyümeyi hızlandırmak için gaza nasıl basılacak? Herkesin aklına gelen birinci seçenek politika faizinin düşürülerek para politikasının gevşetilmesi. Bu yolla piyasa faizlerinin düşeceği kredi talebinin artacağı ve yatırım ve tüketimin artacağı düşünülüyor. Çeşitli riskler nedeniyle zaten asabı bozuk döviz piyasasında faizleri daha da düşürmek yangına körükle gitmekten öte bir işe yaramaz. Bu yaklaşım gaza basmak değil, ateşe gaz dökmek olur. Enflasyonu hızlandırır. Ekonomik büyümeyi daha da yavaşlatır. Bu aşamada göreli parasal gevşeme, daha açık bir ifade ile, küçümsenmeyecek bir krize davet çıkarmak olur.

İkinci seçenek kamu finansmanını gevşetmek olabilir. Kamu kesimi dendiğinde yalnızca bütçe anlaşılmamalı. Bütçe dışında giderek büyüyen bir kamu sektörü söz konusu. Dolayısıyla, kamu finansmanında şu anda gevşek miyiz değil miyiz pek bilemiyoruz. Ama, milli gelir verilerine bakarsak, kamu kesimi zaten ekonomik büyümeye olumlu katkı vermeye devam ediyor. Kamu finansmanını gevşeterek kamunun borçlanma ihtiyacını artırmak faizlerin üzerine de yukarı yönde baskı yapacaktır. Gevşeyen kamu finansmanının özel kesim yatırım ve tüketim talebini bu ortamda hangi yönde etkileyeceği ise tartışmalı.

ÖNCELİK ENFLASYON OLMALI
Sorunun kökeninde her zaman olduğu gibi döviz kurlarında öngörülebilirliğin azalması var. Döviz kurlarındaki öngörülebilirlik arttığı takdirde, ekonomi kendiliğinden gaz yemeye başlar. Öngörülebilirlik azaldığı sürece, ne kadar gaz verilirse verilsin, motor gaz yemez, karbüratörden gaz kokusu gelmeye başlar. Bu daha yüksek enflasyondur.

Gelişmekte olan ülkeler içinde ekonomik büyümesi en düşük, enflasyonu en yüksek, cari işlemler açığı en yüksek ve kısa vadeli dış borç/döviz rezervleri oranı en yüksek ülkelerden biriyiz. Birçok olumsuz kriterde başı çekiyoruz. Böyle bir ortamda, döviz kurlarında belli bir öngörülebilirlik sağlanamadan ekonomiye gaz vermeye çalışmak, Türkiye ekonomisinin risklerini artırmaktan öteye gitmez.

Düşük büyüme dönemindeyiz. Bizim gibi diğer gelişmekte olan ülkelerin çoğu da göreli olarak düşük büyüme dönemindeler. Küresel konjonktürle savaşmak zor. O halde, düşük büyüme döneminde gaza basmak yerine çabalarımızı enflasyonu çok daha makul düzeylere çekmeye odaklamak, ülke risklerini düşürmek açısından çok daha olumlu olabilir.