Advertisement

Yıl 1992: Türkiye ekonomisinin kredi notu BBB.
Yıl 2011: Türkiye ekonomisinin kredi notu BB. İki tarih arasındaki farklar da şöyle:
Yıl 1992: Türkiye’de enflasyon yıllık yüzde 70 civarında. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 5. Reel ekonomik büyüme yüzde 6. Bankacılık sektörü sallanıyor. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları bir milyar doların altında. Milli gelir 150 milyar dolar, 1993 yılındaki cari işlemler açığı milli gelirin yüzde 4.3’ü civarında. İş başındaki hükümet bir önceki hükümetin yasal sınırlar içinde kullanmadığı Merkez Bankası’ndan alınan borçları kullanarak faizleri indirme peşinde.
Yıl 2011: Enflasyon yüzde 5 civarında. Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 4’ün altında gerçekleşebilir. Reel ekonomik büyüme bir önceki yıl yüzde 8 civarındayken, bu yıl da yüzde 5’in üzerinde olabilir. Bankacılık sektörü küresel kriz döneminde önemli bir sınavdan geçip sağlamlığını ispatlamış. Doğrudan net yabancı sermaye yatırımları kötü bir dönem olmasına rağmen 5 milyar doların üzerinde. Milli gelir 750 milyar dolara yakın, cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 6.5 civarında. Merkez Bankası bağımsız; devlete, her ne isim altında olursa olsun, kredi vermesi yasal olarak mümkün değil.

İNANDIRICI DEĞİL
İki tarih arasındaki kredi notundaki farklılık tek bir nedene bağlanabilir: kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirme sistemi ve yaklaşımı değişti. Değişimin farklı nedenleri var. Birincisi, geriye doğru baktığımızda, 1992 yılındaki kredi notumuzun hak etmediğimiz bir düzeyde olduğunu anlıyoruz. O dönemde kendilerine anlatılan hikâyelere inanmışlardı. Aldatıldılar. Aldatıldıklarını hâlâ unutamıyorlar.
Bir başka neden kredi derecelendirme kuruluşlarının küresel krizle beraber itibarlarını yitirmiş olmaları. Artık daha tutucular. Bir krediyi kötü diye değerlendirip iyi çıkması artık onları daha az rahatsız ediyor. Buna karşılık, bir krediyi iyi diye değerlendirip kötü çıkması onları çok daha fazla rahatsız etmeye başladı. Dolayısıyla, en garantili sonuç iyi olsa da, kötü demek oluyor. Bu yaklaşım değerlendirilen ülke ya da kurum dışında kimseyi pek rahatsız etmiyor.
Yirmi yıl önce de cari işlemler açığı vererek büyüyen bir ülkeydik. Dış borçlanma tıkanınca ekonomik büyümesi sekteye uğrayan bir ülkeydik. 1991 yılında yaşanan Körfez Krizi bunun en son örneğiydi. Yani, ekonomik yapı, aynı yapı. Ama, o dönemde BBB notu için cari işlemler açığı sorun değildi, şimdi, sorun oldu. Çok inandırıcı değil.

PİYASALAR DAHA ÖNEMLİ
Her zaman olduğu gibi, piyasalar kredi derecelendirme kuruluşlarının önünde gidiyor. 1992 yılının sonuna doğru dış piyasalar Türkiye ekonomisinin 1994 Krizi’ne yaklaştığını fark etmeye başlamıştı. Kredi derecelendirme kuruluşları kredi notunu düşürmek için 1993 yılının sonunu beklediler. Şimdi de, piyasalar açısından Türkiye’nin riski krizdeki tüm Avrupa ülkelerinden daha düşük. Ama, kredi notu da ya onlarla aynı ya da daha düşük.
Bu şartlarda kredi notumuzun artmasını beklemek çok normal. Ama, normali beklemek de çok gerçekçi olmayabilir. Kredi notunun artmasını çok fazla önemsemek de bu aşamada çok doğru değil. Olumlu işler yapılıp doğru yönde eğilimler oluşturulduğunda piyasalar zaten beklenen tepkisini veriyor. Benzer bir tepkiyi kredi derecelendirme kuruluşlarından beklemek onları fazla önemsemek oluyor. Notumuzu artırmasalar da, onlara notumuzu indirecek bahaneler yaratmamamız bu aşamada çok daha önemli.