Advertisement

2010 yılı hem gelişmekte olan ülkelerin çoğu için hem de Amerikan ekonomisi için iyi bir yıldı. 2008-2009 dönemi krizi atlatılmıştı. Büyümeye geçilmişti. Bu ülkelerin çoğunda kriz öncesi milli gelir düzeyi reel anlamda yakalanmıştı.
Yılın başında, 2011 yılındaki küresel ekonomik performansın, 2010 yılına göre, daha "az iyi" olabileceği tahminleri yapılıyordu. Krizden çıkan ülkelerde büyümenin 0.5 ile 2 puan arasında düşebileceği tahmin edilirken, Avrupa'da büyümenin artabileceği düşünülüyordu. Almanya ve Japonya ekonomilerinin 2010 yılında gösterdikleri, beklentilerin üzerindeki performans bu yöndeki tahminlere destek veriyordu.

ÜÇ TEHDİT
2011 yılının daha ilk üç ayı bitmeden hesaplar karıştı. Yılın ilk üç ayında daha önce hesaplarda olmayan iki gelişme yaşandı: Japonya'daki deprem ve nükleer tehdit, Ortadoğu'da petrol üreten Müslüman ülkelerdeki yönetime karşı ayaklanmalar. Buna bir üçüncüsünü daha ekleyebiliriz: 2010 yılının son bölümünde başlayan gelişmekte olan ülkelerdeki enflasyon tehdidinin bu yılın ilk üç ayında yoğunlaşması.
Japon ekonomisindeki fiziksel kaybın milli gelirlerinin yüzde 5'ini geçtiğine yönelik tahminler artıyor. Japonya, yaklaşık 5.4 trilyon dolar milli geliriyle dünya ekonomisinin yüzde 8.7'si durumunda. Deprem ve nükleer tehdit sonucunda üretim kaybı oldukça fazla. Japonya'daki üretim kaybı yalnızca Japonya'yı değil, Japon şirketlerinin başka ülkelerdeki üretimlerini de etkileyen bir boyutta. Dolayısıyla, Japon ekonomisinin durumu küresel ekonomik performansı da olumsuz etkileyebilecek.
Petrol üreten Ortadoğu ülkelerindeki yönetime karşı ayaklanmalar yönetimleri değiştirebilecek ciddiyette devam ediyor. Yönetimlerin değişiyor olması tek başına bir sorun olmayabilir. Ama, hangi eğilimlerde yönetimlerin işbaşına geleceği yönündeki belirsizlikler petrol arzı konusunda kaygıları artırıyor. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek ekonomik büyüme performansından kaynaklanan talep artışı ile beraber, petrol ve diğer emtia fiyatları artıyor. Bu gelişmeler de küresel ekonomi için olumsuz yönde "arz yönlü şok" yaratıyor.
Hızlı bir büyüme sürecine giren gelişmekte olan ülkelerde enflasyon tehdidi çok çabuk oluştu ve derinleşti. Enflasyon tehdidine karşı gelişmekte olan ülkelerin aldığı önlemler doğal olarak iç talep büyümesini kısma yönünde oluyor. Geleneksel olarak ihracata yönelik büyüyen gelişmekte olan ülkelerde dahi büyümenin kaynağı 2010 yılında iç talep yönüne kayıyordu. Şimdi, iç talep büyümesinin dizginlenmeye çalışılması küresel ekonomiyi de olumsuz etkileyebilecek.

OLASI SONUÇLAR
Bütün bu gelişmeler 2010 yılı sonunda 2011 yılı için yapılan tahminlerde hesaba katılmıyordu. Gelişmelerin tümü olumsuz yönde olunca, 2011 yılında küresel ekonomik performansa yönelik tahminler de olumsuzlaşmaya başladı. Avrupa'nın hâlâ borç sorunu içindeki ülkelere yönelik karar vermekte zorlanması, bu görüntüyü biraz daha bozuyor.
Bozulan beklentiler çerçevesinde bazı sonuçlara varabiliriz. Örneğin, Amerika'da olası faiz artışı daha da gecikebilir. Dolar likiditesinin bu yıl içinde azalma olasılığı düştü. Avrupa'da faiz çok sınırlı da olsa artabilir. Ama, küresel likiditenin çok etkileneceğini beklemek abartı olur. Japonya ise para basmaya devam edecek gibi görünüyor. Ülke bazında yaşanabilecek olumsuzlukları bir yana bırakırsak, o halde, uluslararası sermaye akımlarında bizim gibi ülkeleri olumsuz etkileyebilecek bir daralma söz konusu olmayabilecek. Yani, bizim gibi ülkeler için dış finansman bir sorun olmayabilir.