Advertisement

Şubat ayı itibarıyla son bir yılda cari işlemler açığı 54.8 milyar dolara ulaştı. Büyük bir olasılıkla, bu yılın ilk üç ayı sonunda cari işlemler açığı/milli gelir oranı yüzde 7.6'ya yükselmiş olacak. Geçen yılın sonunda bu oran yüzde 6.6 olmuştu.
Bu boyutta dış finansman bulabildiğimiz sürece dış açıkları devam ettirebiliriz. Dış açıkları bu boyutta devam ettirebildiğimiz sürece de ekonomik büyüme bu hızda devam eder. Sorun, dış finansmanın önümüzdeki dönemde de artan bir biçimde devam edip etmeyeceğinde düğümleniyor.

DEVİR DEĞİŞTİ
Geçmişte cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 4'e yaklaştığında, alarm zilleri çalmaya başlardı. Ama, o dönemde uluslararası sermaye hareketleri bu denli yoğun değildi. Türkiye ekonomisi uluslararası yatırımcıların radarından uzak bir konumdaydı. 2000'li yıllarda durum değişti. Geçmişte gelişmiş ülkelere akan dış kaynak yılda 100-200 milyar dolar civarındaydı. Şimdi bu meblağ 1 trilyon doları geçti. Üstelik, Türkiye ekonomisi uluslararası yatırımcıların yakından takip ettiği bir ülke haline geldi. Artık, yatırımcıların portföyünde Türkiye de var.
Bu gelişmeler Türkiye ekonomisinde dış açık/milli gelir oranının yüzde 4'ü geçmesi durumunda bir sorun yaratmamaya başladı. Dolayısıyla, 1980'li ve 1990'lı yıllara göre, Türkiye'nin 2000'li yıllarda daha fazla dış kaynak bulabilmesi kolaylaştı. Buna paralel olarak, Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme kapasitesi de arttı.
Dış kaynak elbette sonsuz değil. Geçmişte alarm veren cari işlemler açığı/milli gelir oranı yüzde 4' ten şimdi yüzde 6-7'ye çıktı. Bu düzeylerde cari işlemler açığı verebilmeyi belki sürdürebiliriz. Ama, bu oranın artıyor olması Türkiye ekonomisinin riskini artıran en büyük etken durumunda.

DIŞ FİNANSMAN
Dış finansmanın sağlandığı üç yol var. Birincisi doğrudan yabancı yatırımlar. Büyük ölçüde uluslararası piyasaların durumu nedeniyle doğrudan yabancı yatırımlarda geçmişe göre bir tıkanma yaşanıyor. Küresel kriz öncesi Türkiye ekonomisi yılda 20 milyar doların üzerinde doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekerken, bu miktar geçen yıl brüt 9.1 milyar dolar oldu. Bu yılın ilk iki ayında 1 milyar dolarda kaldı.
Türkiye ekonomisinin dış kaynak çekebileceği en önemli iki alan portföy yatırımları ve doğrudan dış borçlanmalar olmak zorunda. Yani, ya doğrudan yurtdışı bankalardan yeni krediler bulacağız ya da yabancılara tahvil ve hisse senedi satacağız.
Şimdi dış kaynaklara yeni bir kalem daha eklendi: Türkiye'de oturanların yurtdışındaki bankalardaki mevduatları. Kriz döneminde özel kesim vadesi gelen dış kredilerinin önemli bir bölümünü yurtdışındaki mevduatları yoluyla geri ödemişlerdi. Son dönemde bu mevduatlar yeniden azalmaya başladı. Bu yılın ilk iki ayında Türkiye'deki bankaların yurtdışı şubelerindeki mevduat azalışı 7.6 milyar doları aştı. Bu eğilim mart ayında da devam ediyor.
Yurtdışındaki yabancı bankalardaki mevduat değişimini ise henüz bilemiyoruz. Net hata ve noksan kaleminin yılın ilk iki ayında 5.5 milyar dolara geldiği düşünülürse, yurtdışındaki yabancı bankalarda da Türkiye de oturanlara ait ciddi bir mevduat azalışı gerçekleştiği düşünülebilir.
Orta dönemde dış finansman için portföy yatırımları ile doğrudan dış borçlanmaya güvenmek zorundayız. Bunun devamı için istikrarlı bir döviz kuru ile yabancılara cazip gelecek bir faiz paritesi sunmak durumundayız. Aksi takdirde, bu düzeyde cari işlemler açığı veremeyeceğimiz gibi, bu düzeylerde ekonomik büyümeyi de beceremeyiz.