Advertisement

Ekonomiye Giriş kitaplarında çeşitli ekonomi politikaları değerlendirilirken para ve maliye politikaları arasında şu ayırım yapılır: Para politikasında kararlar çabuk alınır, ama ekonomide beklenen etkinin gerçekleşmesi zaman alır; maliye politikalarında ise karar almak zaman alır, ama uygulamaya konduğunda etkileri göreli olarak daha çabuk görülür. Geçekten de, maliye politikaları genellikle Meclis kararı gerektirdiğinden (örneğin, ek bütçe yapmak ya da vergi oranlarını değiştirmek gibi) karar alınması zaman alır. Uygulamaya konduğunda ise etkisi çabuk görünür. Çünkü, ya devlet harcamalarını değiştirmiştir ya da vergi oranlarının değişmesiyle ekonomik birimlerin cebinde daha az/fazla para kalmıştır. Maliye politikaları yoluyla iç talep kısa sürede etkilenir. Gerçi bu yargı Türkiye’de çok doğru değildir. Hükümetler önce paraları harcarlar, sonra ek bütçe için formalite icabı Meclis’e giderler. Vergi oranlarının değişmesi yetkisi de Meclis tarafından hükümetlere bırakılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de maliye politikası konusunda karar alınması da gelişmiş ülkelerdeki kadar zaman almaz.

NE OLMALIYDI?
Para politikasında karar çabuk alınır. Sonuçta, para politikasını ilgilendiren kararlar yedi kişiden oluşan Para Politikası Kurulu’na aittir. Alınan kararların etkilerinin görülmesinin zaman alması aktarım mekanizması (transmission mechanism) denen ekonomideki zincirleme etki-tepkinin zaman almasından kaynaklanır. Örneğin, para otoritesi kısa vadeli faizi artırdığında, orta-uzun vadeli faizlerin artması zaman alır. Orta-uzun vadeli faizlerin artması sonucunda yatırım ve tüketim harcamalarının da kısılması zaman alır. Sonuçta, para otoritesinin kısa vadeli faizleri değiştirmesiyle ekonomideki toplam talebin etkilenmesi arasında ülkeden ülkeye değişebilecek bir zaman aralığı söz konusudur. Para politikasının bir parçası olan munzam karşılıkların değiştirilmesi konusunda aynı savı ileri sürebilmek çok mümkün değil. Çünkü, munzam karşılıkların değişmesi aynı maliye politikasındaki vergi oranlarının değişmesi gibi, politikanın etkilediği kesimin cebini doğrudan etkiliyor. Munzam karşılıklar artırıldığında, bankalar Merkez Bankası’na daha fazla mevduat yapmak zorunda kalıyor. Başka bir kaynak bulamadığı takdirde, kullanabilecekleri serbest parası (serbest rezervleri) azalıyor.

NE OLUYOR?
Teorik olarak durum böyleyken, geçen yılın kasım ayı ortasından bu yana munzam karşılıklar üç kez artırıldığı halde, arzulanan sonuç neden hâlâ gerçekleşmiyor? Bu sorunun yanıtı bankaların davranışlarında yatıyor. Bankalar Merkez Bankası’na daha fazla zorunlu mevduat yaptığı halde; 1) Daha düşük serbest rezervlerle çalışmayı tercih edip kredi vermeye devam edebilirler, 2) Yatırdıkları mevduat kadar başka kanallardan kaynak sağlayarak eski serbest rezerv düzeyini tutturarak kredi vermeye devam edebilirler. Sonuçta, getirisi olmayan mevduat yapıp maliyetli yeni kaynaklar bularak toplam maliyetleri artsa da, kâr marjları düşse de, bankalar kredi vermeye devam edebilirler. Munzam karşılık politikası belli limitler içinde kaldığı sürece arzulanan sonucu doğurmayabilir. Benzer bir olgu vergi politikasında da yaşanabilir. Örneğin, küresel krizin başında Amerikan idaresi ergi mükelleflerine vergi iadesi yaptı. Ekonomik birimler devletten gelen parayı harcamadılar. Vergi iadesi o dönemde arzulanan tüketim artışına yol açmadı. Şimdi böyle bir olgu yaşanıyor. Bu olgunun yaşanmasının bir başka nedeni de Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleri yoluyla bankalara daha fazla borç vermesi. Bir anlamda, bankalar mevduat ya da yurtdışı krediler gibi göreli olarak daha maliyetli ek kaynak arayışına o denli girmeden, Merkez Bankası’na yatırmak zorunda oldukları mevduatı büyük ölçüde yine Merkez Bankası’ndan borçlanarak elde edebiliyorlar. Merkez Bankası bunu niye yapıyor? Faizler artmasın, döviz kurları düşmesin diye. Yaşanan olaylar ekonomi öğrencilerine bir ders niteliğinde: Ekonomide faizler artmadan para politikasının sıkılaştırılması mümkün olamaz. Faizler artmıyorsa, para politikası sıkılaştırılmıyor demektir.