Advertisement

Genel seçim bitti. Siyasi açıdan hoş olmayan, ama ekonomik istikrar için gerekli olan kararları almanın tam zamanı. Siyasi takvim, siyasi açıdan değil, teknik açıdan doğru olan kararları almaya uygun.
Cari işlemler açığı nisan ayında yıllık bazda 63.4 milyar dolara geldi. Tahmin edilen milli gelire göre, cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 8'e dayandı. Bu hem tarihi bir rekor hem de sürdürülebilir bir düzey değil. Küresel ekonomik belirsizliklerin yeniden arttığı bir dönemde cari işlemler açığının geldiği düzey ekonomik istikrarı tehdit edebilecek nitelikte. Tehdidi azaltmanın yolu cari işlemler açığını hem mutlak olarak hem de milli gelire oranı olarak düşürmekten geçiyor.

MAKRO POLİTİKALAR GEREKLİ
Bu yılın ilk dört ayında cari işlemler açığı 29.6 milyar dolar oldu. Türkiye ekonomisine bu dönemde 31.6 milyar dolar net dış kaynak sağlandı. Sağlanan net dış kaynağın yarısı, 14.9 milyar doları portföy yatırımları yoluyla geldi. Yani, yabancıların bono ve hisse senedi alımları yoluyla döviz girişi oldu. Bu dönemde net doğrudan yabancı sermaye girişi 4.6 milyar dolarda kaldı. Geri kalan dış finansmanın neredeyse tümü bankalar yoluyla sağlandı.
Bu tablo, yalnızca cari işlemler açığının geldiği düzeyi riskli yapmıyor, aynı zamanda açığın finansmanının da çok sağlıklı olmadığını gösteriyor.
Yabancıların portföy yatırımları çok oynak bir kalem. Bir günde milyar dolarlara varan girişler yaşanabileceği gibi, bundan daha fazla bir meblağ bir günde ülke ekonomisini terk edebiliyor. Yabancı yatırımcıların girip çıkma kararları yalnızca ülke ekonomisinin görünümüyle de ilgili olamayabiliyor. Uluslararası piyasalarda risk iştahının azalması, hatta yok olması en iyi ekonomileri dahi olumsuz etkileyebiliyor. Bu boyuttaki cari işlemler açığı ve bu yapıdaki açık finansmanıyla Türkiye ekonomisinin istikrarını uluslararası portföy yatırımcılarının insafına bırakmış oluyoruz.
Sorunun çözümü ülke ekonomisinin biraz dinlenmesi gibi görünüyor. 2009 yılının ikinci yarısından itibaren ekonomi oldukça hızlı koşmaya başladı. Türkiye ekonomisi 2010 yılının tümünde reel olarak yüzde 8.9 büyüdü. Bu yılın ilk çeyreğinde de büyük bir olasılıkla ekonomik büyüme bu civarda gerçekleşti. Büyümeyi hızla yavaşlatmak zorundayız. Hatta, 6-9 ay arasında makul bir küçülme cari işlemler açığı baskısını azaltacaktır.
Buna yönelik olarak bankaların kredi vermesini dizginlemeye değil, bankalardan kredi talep edilmesini dizginlemeye odaklanmalıyız. İç talep büyümesini durdurmalıyız. Kısa dönemde sonuç verebilecek maliye politikalarını devreye sokabilmeliyiz. Yatırım ve tüketim harcamalarındaki artışı dizginleyecek makro politikaları uygulamaya koymalıyız.

ÇOK RİSKLİ OLMAMAK GEREKİR
Ekonomik büyümeyi durdurmak siyasi açıdan hiçbir zaman sevimli değildir. Özellikle seçim sonuçlarının ekonomik başarıyla çok ilgili olduğu düşünülürse, siyasi başarının nedenlerini zedeleyecek girişimler elbette sevimli olamaz. Ama, ekonomik istikrara yönelik elimizdeki araçları kullanmadığımızda, uluslararası piyasalar kendi seçtikleri bir dönemde ekonomideki gerekli düzeltmeyi istikrarsızlık yaratarak bize dayatabilirler. Bunun maliyeti çok daha büyük olur. Geçmişte bütün bunları yaşadık.
Dramatik bir değişme olmadığı takdirde, yıl sonunda cari işlemler açığının yıllık bazda 75 milyar dolar civarına geleceği tahmin ediliyor. Yani, açığın milli gelire oranı yüzde 10 civarında olacak. Yalnızca bu rakam dahi Türkiye ekonomisini "çok yüksek risk" sınıfına sokmaya yeterli.