Advertisement

Bankaların kredi verebilecek kaynaklarının sınırlandırılması ve kaynak maliyetlerinin artırılması çabaları devam ediyor. Bugüne kadar Merkez Bankası bu konuda cengaverce mücadele verirken, kervana Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) da katıldı. Tüketici kredileri daha riskli kabul edilmeye başlandı. Tüketici kredilerine abanan bankaların konut ve oto kredileri dışındaki tüketici kredilerinde (ihtiyaç kredileri) daha fazla karşılık tutmaları ilkesi benimsendi.
Merkez Bankası'nın daha önce munzam karşılıkları hakkında aldığı kararlarla birleştirilince, BDDK'nın kararları politika yapıcılarının tercihlerini daha da netleştirdi. Para politikası faizi yükseltilmeden seçici bazı kredi faizlerinin yükselmesi isteniyor. Daha yüksek faizlerle öncelikle tüketicilerin, ama genelde tüm ekonomide kredi artışının sınırlandırılması hedefleniyor. Daha az kredi artışıyla daha az iç talep artışı olacağı umuluyor. Böylece, daha az iç talep artışının ekonomik büyümeyi düşüreceği ve cari işlemler açığında bir iyileşmeye neden olacağı düşünülüyor. Hedefte bankalar ve tüketiciler var.

HACİMDEN PARA KAZANMAK
Hesabın tutması için gereken unsurların başında bankaların kredi verme, ekonomik birimlerin de kredi talep etme iştahlarının kaçması geliyor. Munzam karşılıkların artırılması kimsenin iştahını kaçırmadı. Bankalar Merkez Bankası'na faiz almadan yatırmak zorunda oldukları paraları göreli olarak ucuz faizle yine Merkez Bankası'ndan borçlandılar. Düşen kâr marjlarına razı oldular. Kredi talebinin canlı olduğu bir ortamda düşen kâr marjları nedeniyle hacimden para kazanmak için bankaların kredilerde gaza dahi bastığı dahi söylenebilir.
BDDK'nın aldığı kararlarda bankaların kâr marjlarını biraz daha düşürecek nitelikte. Bankaların neredeyse tümü tüketici kredilerine abanmış durumda. Dolayısıyla, birkaçı hariç, bankalar artık ihtiyaç kredileri için daha fazla karşılık ayırmak durumundalar. İhtiyaç kredilerinde faizler artabilir. Ama, düşen kâr marjlarıyla bankalar başka alanlarda hacim artırmaya gidebilecekler.
Sermaye yeterliliği hesaplamasında tüketici kredilerinin daha fazla riskli sayılması da kredilerin tüketiciden diğer alanlara kaymasını teşvik edecektir. Bankalarımızın sermaye yeterliliği oranının yüzde 17'nin üzerinde olması ise bu kararın çok kısa dönemde fazla etki yapmamasına neden olabilir. Tüketici kredilerinde vade kısalacaktır. Bankacılık jargonuyla, tüketici kredilerinde de "takla attırmak" söz konusu olabilecektir.

POLİTİKA FAİZİ DEVREDE OLMADAN
Alınan kararlar doğal olarak "Kredilerle ilgili her alana saldırılıyor da, neden para politikası faizleri artırılmıyor?" sorusunu gündeme getiriyor. Para politikası faizlerinin giderek ekonomideki diğer faizlere göre daha düşük kalması bankaların Merkez Bankası kaynaklarına olan talebini artırıyor. Merkez Bankası kafasına göre ucuz faizle bankalara kendi istediği kadar para verse dahi, Merkez Bankası'ndan bankaların borçlanmaları artıyor. Yani, düşük para politikası faizi daha fazla para basılmasının nedeni oluyor.
Geçen yılın sonbaharında 13 milyar lira civarında olan aylık ortalama açık piyasa işlemlerinden Merkez Bankası'nın bankalara verdiği borç haziran ayında ortalama 58 milyar liraya yaklaştı. Bunun üzerine bir de döviz alımları yoluyla Merkez Bankası'nın piyasaya verdiği paralar var.
Para basarak kredi büyümesi sınırlandırılamaz. İç talep büyümesinin sınırlandırılmasına yönelik hiçbir önlem paketi para politikası faizini içermediği takdirde kendinden beklendiği gibi çalışmaz. Koordinasyon adı altında bağımsız kurumların ana hedeflerini çarpıtıp günlük politikalara alet ediyoruz. Onların da itibarıyla oynuyoruz.