Advertisement

Son haftalarda para piyasalarında yaşananlara bakarak finansal istikrardan söz etmek zor. Döviz kurları artıyor. Faizler inip çıkıyor. Her şeyden önemlisi, "kriz çıkıyor mu?" sorusu daha sık sorulmaya başlandı. Böyle bir ortam finansal istikrar ortamı olarak adlandırılamaz.
Haziran ayında gelişmekte olan ülkeler içinde parasının değeri en fazla düşen ülke Türkiye oldu. Temmuz ayında da parasının değeri en fazla düşen ülkenin Türkiye olacağı düşünülüyor. Bu bir düzeltme değil, yatırımcıların güveninin erozyona uğraması. Piyasaları spekülasyona özendiriyoruz.
Uluslararası yatırımcılar açısından bir ülkenin parasının değerinin düşük olması fırsattır. O ülkeye ucuzken girme fırsatı yaratır. Ama, bir ülkenin parasının değeri sürekli düşme eğilimi gösterirse, o ülkeye girmek yatırımcı için intihar demektir. Para kazanabilme olasılığı sıfırdır. Böyle bir ortamda, daha önce girmişler "zararın neresinden dönersek kârdır" anlayışıyla çıkarlar, yeni yatırımcı gelmez. Herkes beklemeye geçer. Şimdi, Türkiye'de böyle bir ortam yarattık. Neresinden bakarsak bakalım, yaratılan ortama her halde finansal istikrar ortamı diyemeyiz.

PİYASANIN ESİRİ OLMAK
Artan cari işlemler açığının finansal istikrara bir tehdit oluşturduğu, finansal istikrarın bozulmasının ise enflasyon konusunda bir tehdit oluşturacağı anlayışıyla bir dizi parasal önlemler gündeme geldi. Mantık zinciri yanlış değildi. Ama, çözüm için seçilen araçlar doğru değildi. Para politikasının en temel aracı olan "faiz" devre dışı bırakılmıştı.
Para politikası faizini değiştirmeden etkin bir çözüm bulunamayınca, finansal istikrarın bozulma riskini azaltmak için finansal istikrarın bozulması söz konusu oldu! Komik, ama gerçek.
Bozulan finansal istikrar politika yapıcılarını piyasalar karşısında daima aciz duruma düşürür, politika yapıcılar çoğu kez piyasaların esiri olurlar. Şimdi böyle bir risk söz konusu. Para politikası faizini değiştirmemekte direnen politika yapıcıları bir noktada faizlerle oynamak zorunda kalabilecekler. O kadar ki, önceleri çok az bir faiz artışıyla sağlanabilecek dengeler şimdi çok daha yüksek faiz artışlarıyla sağlanabilecek. 2006 yılı ortasında yaşananları hatırlayalım. 2006 yılı öncesinde de Türkiye bu çeşit deneyimleri çok yaşadı.

GÜÇ CESARETİ ARTIRIYOR
Son birkaç haftadır yaşananlara "kriz" diyemeyiz. Teknik açıdan da, bizim alıştığımız şeklinde de, bir kriz söz konusu değil. Ama, finansal istikrarsızlığın içine itildik. Bir noktada döviz kurlarındaki artış duracaktır. Hatta, döviz kurları düşmeye başlayacaktır.
Bugün döviz kurlarının artışı yoluyla cari işlemler dengesi sorununa çözüm bulduklarını düşünenler bir noktada Türk Lirası'nın değer kazanmasını alkışlayacaklardır. O nedenle panik yapmaya gerek yok. Çünkü, Merkez Bankası döviz kurlarının kontrolü konusunda tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlü bir konumda. Zaten, Merkez Bankası'nın bu konumu böyle yanlışlar yapılması konusunda politika yapıcılarını cesaretlendiriyor.
Serbest piyasa mekanizması içinde, dalgalı kur sisteminde döviz kurları yoluyla Türkiye hiçbir ekonomik sorununa çare üretememiştir. Üretebilseydi, 1994 ve 2001 yıllarında üretirdi. 1994 ve 2001 yıllarında krizlerden çıkış aslında TL'nin değer kazanmasına yol açmıştır. Şimdi de, döviz kurları yoluyla ekonomik sorunlara çare arayışı gereksiz dalgalanmalara yol açmaktan öteye gidemez. Çözümü yanlış yerlerde arıyoruz.