Advertisement

Geçen yılın son çeyreğinde Türkiye ekonomisinin hızlı büyümesinin neden olduğu cari işlemler açığı artışını ileriye dönük bir risk olarak düşünen otoriteler parasal sıkılaştırmaya gitme kararı aldı. Önceleri bu niyet o denli açıkça ifade edilmemişti. Ama, sonradan niyetlerinin bu yönde olduğunu söylediler.
Anlaşılan alınan önlemlerin dozunun düşük kaldığı düşünüldü ki, yılın başlarında parasal sıkılaştırmanın bazı parametreleri yükseltildi. Kredi genişlemesinin yavaşlatılması için bankalar üzerine tehdide varan baskılar uygulandı. Bu önlemlerin çok başarılı olamayacağı çeşitli çevrelerce iddia edildiyse de, otoriteler tutundukları tavırda ısrarcı oldular.
Geriye baktığımızda, geçen yılın son üç ayından itibaren alınan parasal önlemlerin ekonomik büyümeyi yönlendirici bir etkisi olmadığını görüyoruz. Geçen yılın tümünde iç talep artışı bir önceki yıla göre yüzde 13.4 civarındaydı. Bu yılın ilk yarısında iç talep artışı geçen yıla göre yavaşlamadı, hızlandı. Geçen yılın ikinci yarısında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12.1 artan iç talep hızlanarak bu yılın ilk yarısında yüzde 15 arttı.

DIŞARIYA ENDEKSLİ PERFORMANS
Cari açığı dizginleyebilmek için ekonomik büyümeyi düşürmeyi hedefleyen politika çalışmadı. Belki, seçilen politika araçları yanlıştı. Belki, seçilen politika araçları yanlış kullanıldı. Neden ne olursa olsun, arzulanan olmadı.
Ağustos ayından bu yana otoriteler kendi deyimleriyle "U-dönüşü" yaptılar. Küresel belirsizliklerin artmasıyla en büyük riskin ekonomik durgunluk olduğunu düşünen politika yapıcıları şimdi gaza basmaya karar verdiler. Gaza basmaya yönelik kullanılan araçlar da frene basmak için kullanılanlara çok benziyor. Ekonomik durgunluğa girmeden önlem alındığı söyleniyor.
Bu yaklaşım çalışır mı? Çalışabilir, ama otoriteler gaza ya da frene bastıkları için değil. Türkiye ekonomisinin en temel özelliklerinden biri ekonomik büyümenin hedeflenebilecek bir ekonomik büyüklük olmamasıdır. Yurtdışından para gelirse Türkiye ekonomisi büyür, gelmezse büyümez. Geçmişte yurtdışından gelen paralar çıkmaya kalkarsa, Türkiye ekonomisi küçülür.
Ekonomik büyümeyi etkilemeye çalışan tüm politikalar yurtdışından kaynak girişini etkileyebildiği sürece ekonomik büyüme üzerinde etkili olabilir. Yurtdışı kaynak girişini yönlendiremeyen politikaların ekonomik büyüme üzerinde hiçbir etkisi olmuyor. Kısacası, Türkiye ekonomisinin büyümesi yurtdışından kaynak girişine endekslidir. Bir anlamda, dışsaldır. Ekonomik büyüme dönemlerinin Türk Lirası'nın değerlenmesi ile çakışması da bu nedenledir.

İPLER DIŞARIDA
Önümüzdeki dönemde ekonomik büyümenin yavaşlayıp yavaşlamayacağı, otoritelerin aldıkları önlemlere değil, yurtdışından kaynak girişinin yavaşlayıp yavaşlamayacağına bağlıdır. Küresel kriz derinleşip gelişmekte olan ülkelerden topyekûn yabancı kaynak çıkışı yaşandığı takdirde, yurtiçinde hangi önlemler alınırsa alınsın, ekonomi küçülmeye mahkûmdur. Yabancı yatırımcıların risk iştahı arttığında, bizim gibi ülkelere bolca mali kaynak aktardıklarında, hangi önlemler alınırsa alınsın, Türkiye ekonomisi büyür. Bu olguyu 1990'ların başından bu yana yaşıyoruz. Bu yılın ilk yarısında da bunu gördük.
Bütün bunlar yurtiçinde alınan politika kararlarının önemsiz olduğu anlamına gelmemeli. Politika yapıcıları tarafından alınan ekonomik kararlar Türkiye ekonomisine yurtdışındaki yatırımcıların güvenini etkileyen en önemli unsurlardan biri. Örneğin, kamu finansmanında ve bankacılıkta yapılan yapısal reformlar yabancı yatırımcıların Türkiye ekonomisine güvenini artıran girişimlerdi. Küresel konjonktür uluslararası sermaye hareketlerinin hızlanmasına izin verince Türkiye ekonomisi 2002-2008 ve 2010-2011 arasında olduğu gibi hızla büyüdü.
Yabancı yatırımcıların Türkiye'ye aktardıkları ya da Türkiye'den çektikleri kaynakları yönlendiremediğimiz sürece ekonomik büyümeyi yönlendirebilmemiz pek mümkün görünmüyor. Yani ipler dışarıda.