Advertisement

Geçtiğimiz günlerde Çin ve Japon yetkilileri ticari işlemlerinde dolar yerine kendi paralarının daha fazla kullanılması kararını yinelediler. Bu konuda 2010 yılında yapılan anlaşmayı genişleterek aktif hale getirmeyi arzu ettiklerini kamuoyuna duyurdular.
Bu adımların uluslararası para sistemi açısından önemli olduğu kanısındayım.
Üç nedeni var.
Birincisi, kriz sonrası güvenini yitiren Euro yerine uluslararası bir para birimi olarak yuanı yerleştirme fikrinin uygulamasında önemli bir adım atıldı.
İkincisi, bu anlaşma sadece mal ve hizmet ticaretini değil aynı zamanda finansal varlıkların alım ve satımını da kapsıyor. Sermaye hareketleri aracılığıyla Japonlar, yeni kullanarak Çin tahvillerini satın alabilecekler. Aynı işlemi Çinliler de Japon tahvilleri için yapacaklar.
Üçüncüsü, bunların da ötesinde Japon finans kuruluşları yuan cinsinden tahvil ihraç edebilecekler.
Çin hükümetinin geçtiğimiz yıllarda Türkiye, Brezilya ve Rusya ile aynı düşüncelerle imzaladığı ve fakat sadece ticari işlemleri kapsayan anlaşmalarının etkin bir biçimde çalışmamasının iki ülkeye de ders olduğu anlaşılıyor. Sorun anlaşma kapsamının genişletilmesi yoluyla çözülmeye çalışılıyor.
Gerçekten de bizimle yapılan sözleşmenin finansal araçları kapsamaması konunun yumuşak karnını oluşturuyordu. Türk ve Çinli yetkililer, sadece mal alım ve satımını içeren bir parasal anlaşmanın yeterli olamayacağını dikkate almamışlardı.
Oysa bizim kuruluşlarımız yuan cinsi tahvil çıkarıp, bunu Çinlilere satabilse oradan gelecek sermayenin ilişkilerimizi daha da derinleştireceği kesindi.
Şimdi bu yolu Çin ve Japonya deniyor.
Tüm bu girişimler sonucunda yuanın uluslararası rezerv para olup olmayacağını ileride göreceğiz.
Eğer Euro uluslararası ödemeler sistemindeki ağırlığını daha da kaybederse ve doların rezerv para olmaması konusunda ABD yöneticileri radikal adımlar atarsa, o takdirde yuanın dünyadaki rolü kuşkusuz artacaktır.

***

ABD Merkez Bankası'nı kapatmak

Amerikalıların kendi merkez bankalarına alerjileri var.
Bu alerji, "Merkez bankası kuralım mı kurmayalım mı?" tartışmalarıyla 1791 yılında başladı. Bazı girişimler sonuçlanamadı ya da yarıda kaldı. 1907 krizinde finans sistemini özel bir banka kurtarınca o zaman istemeyerek de olsa yeşil ışık yakıldı.
Bu düşünce, merkez bankasının vatandaşların hürriyetlerini kısıtlayıcı kararlar alabileceği ve eline geçirdiği para basma yetkisini kötü kullanabileceği nedenleriyle güvenilmemesinden kaynaklanıyordu.
Şimdi bakıyorum, bu düşüncenin temsilcileri yeniden ortaya çıkıyorlar.
Cumhuriyetçilerin başkan adaylarından Ron Paul göreve gelirse ABD Merkez Bankası'nı (FED) kaldıracağını söylüyor.
Cumhuriyetçilerin en muhafazakârlarını bünyesinde barındıran Tea Party sözcüleri, FED'in uluslararası para sisteminde oynadığı rollerin azaltılmasını istiyorlar. Doların uluslararası rezerv para olmasını arzu etmiyorlar.
"Wall Street'i İşgal" hareketi de aynı paralelde düşünüyor.
Oysa ABD'nin süper bir güç olmasında doların katkısı büyük.
Ne var ki ABD'nin muhafazakâr kesimi bunu hiç dikkate almıyor. Bütçenin gelecek on yılda açıklarının nasıl karşılanacağı sorusuna yanıt bulmadan, FED'i kapatarak sorunun çözüleceğini sanıyor.