Advertisement

Geçen yıl Abdurrahman Yıldırım ve Ercan Kumcu ile Bloomberg HT’de beraberce yaptığımız “Geleceğe Bakış” programlarından birkaçını yeni Türk Ticaret Yasası’na ayırmıştık.
Kanunun yapımına önemli katkılarda bulunmuş ve bu konuda kurulan komisyonun başkanlığını yapmış Profesör Ünal Tekinalp’i programa davet edip konuyu uzun uzun tartışmıştık.
Bu tartışmalarda benim için üç önemli nokta öne çıkmıştı.
Birincisi, temmuz ayında yürürlüğe girecek bu yasa Türkiye’ye bir-iki numara büyük gelecekti. Kayıtdışılığın bu kadar yaygın yaşandığı ülkemizde piyasa ekonomisinin etkin çalışmasına katkı yapacak düzenlemeler bizim için fazla lükstü.
İkincisi, basit usul ihlallerine getirilen yaptırımlar ağırdı.
Üçüncüsü ise bu düzenlemelerden bazılarını KOBİ’lerin ve giderek de siyasetçilerin kabul etmesi olanaksızdı.
Profesör Ünal Tekinalp değişiklikler yapıldığı zaman yasanın sistematiğinin bozulacağı noktasında ısrarcıydı. Bu konuların komisyonlarda tartışıldığını ve siyasetçilerin onay verdiklerini söylüyordu.
Yasanın yürürlüğe girme tarihi yaklaştıkça durum daha açığa çıktı. Habertürk Gazetesi’nden Rahim Ak 1600 maddeyi tek tek okuyup kritik maddeleri haber yapınca tartışmalar alevlenmeye başladı.
İyi bir piyasa sisteminin çalışması için güçlü ve sağlam yasal bir altyapıya gereksinim duyduğumuzu herkes kabul ediyor. Ancak uygulamaya gelince kimse yanaşmıyor.
Disiplin altına girmeyi, doğru kayıt düzenine geçmeyi, şeffaflığı ve hesap verilebilirliği bir türlü benimseyemiyoruz. “Bunları benim dışındakiler yapsın” mantığıyla hareket ediyoruz.
Siyasetçilerin durumun ciddiyetini anlayan ve oy deposu durumunda bulunan küçük ve orta ölçekli firma sahiplerinin çekincelerine kayıtsız kalacağını sanmıyorum.
Yasanın yürürlüğe giriş tarihinin ertelenerek, firmaların lehine gerekli değişikliklerin yapılmasını bekliyorum.

Çek yasası ve para politikası
Yeni çek yasası karşılıksız çekte hapis cezasını kaldırıyor. Bu konuda hazırlanan yasa tasarısı komisyonlardan geçti.
Ekonomik suça ekonomik ceza verilmesi gayet doğal.
Gel gör ki, Türkiye’de işler değişik.
Çekler bugüne kadar piyasaya likidite sağlayan bir araç olarak kullanıldı. Merkez Bankası’nın kontrolü altında olmadan para basıldı. Çek ile işlem yapanlar ya da çeki başkasına ciro edenler bilerek ya da bilmeyerek kendi aralarında birbirlerine kredi sağladılar.
Bu işlemler yıllar geçtikçe genişledi. Yaygınlaştı. Özellikle karşılıksız çek yazma durumunda hapis cezasının olması bu aracın karşı tarafça kolayca kabullenilmesini sağladı. Çekin garantisi hapis cezasıydı.
Bankalardan kredi alamayanlar, kredinin maliyetine katlanmak istemeyenler ya da kayıtdışında işlem yapmayı tercih edenler bu aracı daha fazla kullanmaya başladılar.
2000’li yılların başlarında hapis cezası kaldırılınca çeke güven azaldı. Çek kullanımında ve dolayısıyla piyasanın likiditesinde bir anda daralma ortaya çıktı.
Tabii ki durum gözden geçirildi ve hapis cezası yeniden konuldu.
Şimdi tekrar başa dönüyoruz.
Merkez Bankası’nın bu konuda hassas olması ve azalacak “piyasa likiditesinin” yerine “fonlama likiditesini” koyması lazım. Bunun hesaplanması oldukça zor ama gerekli.
Aksi halde hiç neden yokken ticaret hacmi birden daralabilir. “Parasızlık” ya da “siftahsızlık” ortaya çıkabilir.