Advertisement

Kriz sonrası klasik ekonomi anlayışından bir başka ayrışma da bütçe uygulamalarında gözleniyor. Bütçesi sağlıklı olan ve kamu harcamaları düşük düzeylerde bulunan ülkeler büyümede de fazla sıkıntı çekmiyorlar.
Alman yetkililer bu konuda çok ısrarcı oldular. Diğerlerine "Gelin şu bütçelerinizi düzeltin" dediler. Ne var ki birçok Avrupa ülkesi "Kamu harcamaları destekli bütçe harcamaları artırılmadan büyüme sağlanamaz" düşüncesiyle bu görüşe sıcak bakmadılar.
Almanlar bu yaklaşımı kendileri uyguladılar. Haklı da çıktılar. Avrupa'nın en yüksek büyüme oranına sahip ülkesi olma özelliğini kimselere bırakmadılar.

TÜRKİYE DE BİR ÖRNEK
Türkiye'de de böyle oldu.
IMF'nin ısrarıyla 2000 yılı programıyla başlayan mali disiplin anlayışı yaklaşık 10 yıldır süregidiyor. Krizin yoğun yaşandığı ve bütçe açığının fazlalaştığı 2009 yılı hariç, büyüme hep yüksek oranlarda gerçekleşti.
Son 2011 yılı rakamları da bize bunu açıkça gösteriyor.
Peki bu işin sırrı nerede? Mali disipline uyulunca büyüme neden artıyor?
Kanımca bunun dört önemli nedeni var.
Birincisi, piyasalar, firmalar ve hanehalkı bütçe disiplininin sürekli olduğuna inanırlarsa, bekleyişleri de olumluya dönüyor. İyimserlikleri de tüketim ve yatırım harcamalarının artmasıyla kendini gösteriyor.
İkincisi, bütçe açıklarının düşürülmesi finansal kaynakların özel sektörce kullanımına olanak sağlıyor. Kaynaklar, verimliliği daha yüksek alanlara kayıyor.
Üçüncüsü, kredi kanallarının özel kesime açık olması toplam talep artışının kaynağını oluşturuyor.
Dördüncüsü ise düşük bütçe açığı ve giderek düşük kamu borcu/milli gelir oranı kamunun daha az faiz ödemesini de beraberinde getiriyor. Faiz yükü azalan bütçenin kamu harcamaları da daha etkin ve büyümeye katkı sağlayan yerlere yöneliyor.
Tüm bu nedenlerle bütçe açığını kısmak ekonominin daralmasına değil tam tersine genişlemesine neden oluyor.

KOŞULLARI
Bu sürecin devam etmesi için olmazsa olmaz koşullar kuşkusuz var. Bunların başında mali disiplin anlayışının süreceğine dair bekleyişlerin kredibilitesi geliyor. Eğer kişiler disiplinin her ne olursa olsun devam edeceğine ilişkin politik iradeyi görürlerse iş kolaylaşıyor. Geçici olduğunu düşünürlerse o zaman düşük bütçe açığının büyümeye katkısı azalıyor.
Bankacılık sektörünün de sağlıklı olması ve etkin çalışması diğer bir önkoşul olarak karşımıza çıkıyor.
Öte yandan mali disiplin ile büyüme ilişkisini somut olarak gösteren sonuçların da alınması şart. Bunların dışında vergi sisteminin yapısı da bu sürecin bir parçası oluyor.
Ne yazık ki denklem burada ters çalışıyor. Vergi kaçakçılığının yaygın ve dolaylı vergilerin yüksek olduğu bir mali yapıda, kişiler doğrudan vergi vermekten kaçınıyorlar. Bu fonları tüketim ya da yatırım harcamalarında kullanıyorlar. Aşina olduğumuz bu yollarla, büyümeye kamudan daha fazla katkı yapacak şekilde iç talebi destekliyorlar.
Öte yandan yüksek büyüme dolaylı vergilerin de beklenenden daha fazla artması sonucunu beraberinde getiriyor.
Sonuçta kamu dengesini sağlam tutan ve bankacılık sektöründe sorun yaşamayan ülkeler dünyada öne geçiyorlar. Yaşadıkları ciddi türbülansları atlatmada da başarılı oluyorlar.