Advertisement

Kriz sonrası Euro Bölgesi'ndeki ülkeler üç değişik hızda yollarına devam ediyorlar.
Üçüncü vitesle ve hızla giden Almanya var.
İkinci vitesle giden Fransa ise işi idare etmeye çalışıyor.
Birinci vitesle ya da şanzıman dağıtarak yoluna devam etmek isteyenler Bölge'nin güneyinde yer alan ve sorunları her gün artan ülkeler.
Üç değişik hız Euro Bölgesi için başlangıçta hiç de düşünülen bir durum değildi. Kurdukları bu toplulukla ve son hızla ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan dünyanın en "müreffeh" bölgesi olmak isterlerken, vites kutusunu dağıtanlar nedeniyle hızlarını azaltmak zorunda kaldılar.
İki gündür G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısı öncesi bir etkinliğe katılmak için Paris'teydim. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), G-20'lere bir yıl süresince başkanlık yapacak Fransa'ya hem yardımcı olabilmek hem de fikir jimnastiği yapmak için bu toplantıyı düzenlemişti.
Çok da yararlı oldu. İzlenimlerimi pazartesi sizlere aktaracağım.
Bugün ise Fransa'da krizin belirginleşen etkileri konusundaki kişisel gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Kriz sonrası Fransa bütçe açığı yüksek ve ağır kamu sektörü borcu yükü altında kalan ülkelerden birisi durumuna düşmüş. Yıllık
enflasyon yüzde 1.3'lerde, büyüme oranı yüzde 1 'lerde, işsizlik oranı ise yüzde 10'larda süregidiyor. Cari işlemleri açık veriyor. Kısa dönemde bu verilerde bir iyileşme beklenmiyor.
Buna karşı 35 bin dolara ulaşmış kişi başına gelir düzeyi ile gelişmiş ülke konumunu korumaya çalışıyor.
Teknokratlar sorunların çözümüne milli gelire oranla yüzde 6'lara ulaşmış bütçe açığını düşürmekle başlamak istiyorlar. Tabii karşılarına yine siyasetçiler çıkıyor. Bütçe kısıntılarının vatandaşları üzerinde yapacağı olumsuz etkileri siyasetçilerin kaldıramayacakları açık.
Dolayısıyla durumlarını ikinci viteste bir süre daha idare etmeleri gerekiyor.
Fransa'nın ikinci vitesle giden bir ülke konumunda olduğunu THY uçağının Charles De Gaulle havaalanına inip körüğe yaklaştığında anlıyorsunuz. Yolcuların uçaktan çıkacağı körük bozulmuş, çalışmıyor.
Uçakta 20-30 dakika bekliyorsunuz. Bir merdiven buluyorlar, iniyorsunuz.
Ancak kuyruklarını dik tutmaktan da vazgeçmiyorlar. İki polis uçaktan inen yolcuların pasaportu var mı diye kontrol ediyorlar. Bilmiyorlar ya da bilmezlikten geliyorlar ki İstanbul'dan uçağa binene kadar kaç kez kontrol edildiniz.
Olsun, dostlar alışverişte görsün.
Akşam yolda yürürken dikkatimi sokakta yaşamaya çalışan evsizlerin sayısının fazlalığı çekti.
Dünyanın en meşhur markalarının satıldığı mağazaların kapısında geceyi geçirmeye çalışıyorlardı. Hava soğuktu. Yanlarındaki köpekleri ile birlikte battaniye ve gazete kağıtlarına sarılmışlar, sarmaş dolaş yatıyorlardı.
Geçmişte Paris'te bu kadar çok sayıda evsiz insan gördüğümü hatırlamıyorum.
Vitrinlerdeki fiyatlar çok yüksek. Otelin karşısındaki bir dükkânda erkek ayakkabıları satılıyordu. Bir göz attım. 860 Euro'luk ayakkabıya hiç rastlamamıştım.
Kriz öncesi dönemlerde gerek mal ve hizmet fiyatlarını gerekse gelir düzeylerini gerçek olmayan bir şekilde şişirmişler. Bu gelir düzeyleri ile yüksek fiyatlı malları satın alabiliyorlar. Ama bu malları ne Euro Bölgesi dışına satabiliyorlar, ne de fiyatlarını düşürmek gibi çabaları var.
Kendilerine adeta balon gibi şişirilmiş bir dünya yaratmışlar. Yaşayıp giderlerken karşılarına çıkan kriz onlara uyandırma zili görevi yapmış. Ne var kim saatin alarmını kapatıp tekrar uyumaya dalmışlar.
Ancak şu bir gerçek. Tüm sorunlarına ve olumsuzluklarına karşın Paris hâlâ çok güzel bir kent.