Advertisement

Petrol zengini ülkeler 2000’li yılların ortalarında artan petrol gelirlerini daha kârlı ve verimli alanlarda kullanmak için fonlar kurdular. Petrol gelirlerinin önemli bir kısmını bu fonlara aktardılar. O tarihlerde Ulusal Refah Fonları diye adlandırılan bu kurumlarının toplam aktiflerinin 4 trilyon dolara ulaştığı söylenirdi. Kesin rakamı kimse bilmezdi. Toplanan paraların yönetiminde ise çeşitli yaklaşımlar ortaya konuldu. Bazıları kendileri yönettiler ya da finans dünyasından yetenekli fon yöneticilerini istihdam ederek işi götürmeye çalıştılar. Bazı ülkeler ise ismi büyük, dünyaca meşhur ve de o ülke yöneticileri nezdinde özel yerleri bulunan kuruluşlara bu görevleri verdiler. Başlangıçta her şey normaldi. Finans mühendisliğin sonsuz yaratıcılığından faydalanarak oluşturulan türev ürünlerinin getirisi azımsanamazdı.

VE SONRA KRİZ GELDİ
Krizde her şey tersine döndü. Toksik varlıklara yatırılan paraların önemli bir kısmı yok oldu. Çoğu petrol zengini ve fakat diktatörlüklerle yönetilen bu ülkeler önce “kol kırılır, yen içinde kalır” yaklaşımına başvurdular. Kriz sırasında ya da hemen sonrasında konuştuğum bu işin uzmanlar isim vererek hangi ülkenin Ulusal Yatırım Fonları’ndan ne kadar paranın yitirildiğini sayabiliyorlardı. Kuşkusuz bu gelişmelerden halkın ya da kamuoyunun bilgisi olamıyordu. Krizin üzerinden zaman geçtikçe sis bulutları da yavaş yavaş dağılmaya başladı.

Son olarak Global Witness örgütünün Libya resmi belgelerine dayanılarak açıkladığı bilgilere göre, geçen yılın ortalarında 55.3 milyar dolar olan Libya Yatırım Kurumu’nun varlık tutarı 3.5 ile 5 milyar dolar arasında bir değere düşmüş. Açıklamayı yapan örgüt bankaların isimlerini ve işlem miktarlarını tek tek vererek Libya’nın paralarını nasıl kaybettiğini gösteriyor. Bir diktatör olan Kaddafi bu konuda hiçbir şey yapmamış. Büyük bir olasılıkla kendi paralarını da yöneten ya da bunlardan yararlanan kendisi olduğu için sesini çıkarmamış. Demokrasinin kurumları ile yerleşmediği ve yönetiminde seçilmiş elitlerin hâkim olduğu ülkelerde, halkın parasının nasıl çar çur edildiğinin somut bir örneği Libya’da sergileniyor. Halk ayaklanması olmasaydı bu bilgilerden kimsenin haberi olmayacaktı. Tıpkı diktatörlükle yönetilen diğer ülkelerde olduğu gibi.

Strauss-Kahn davasının sonucu belli
IMF eski Başkanı Dominique Strauss-Kahn tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Şimdi davanın sonuçlanmasını bekliyor. Kendisi hem siyasetçi hem de önemli bir kuruluşun başkanlığını yapmış bir kişi. Daha da önemlisi zengin. Hukukun nasıl çalıştığını biliyor. ABD’de buna benzer birçok olay yargıya yansımış. Zengin olan kurtulmuş, parası olmayan cezayı yemiş. Bunun son örneğini Türk Hava Yolları reklamlarında yer alan Los Angeles Lakers takımının basketbol oyuncusu Kobe Bryant oluşturuyor. Kobe Bryant 2003 yılında bir otel çalışanına tecavüz etmiş ve büyük bir gürültü ile tutuklanmıştı. O da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Tecavüze uğrayan her ne hikmetse (!) mahkemeye gelmedi. Dava düştü. Tazminat ödenmesi için açılan dava dosyası ise “taraflar anlaşmaya vardıklarından” arşive gönderildi. Aynı senaryoyu Dominique Strauss-Kahn davasında da izleyeceğimiz kesin.