Advertisement

Cari işlemler açığının yarattığı kırılganlığın tedirginliği sürüyor.
Gerek iç gerekse dış finans piyasalarında Türkiye'nin bu sorununu gidermek için önlem alınacağı beklentileri giderek artıyor.
Piyasalar seçim sonuçlarını daha önceden satın almışlardı. Bu nedenle geçen hafta beklenen olumlu tepkiyi göstermediler. Tam tersine cari açık gündemin ilk sıralarına tırmanınca ilk olumsuz sinyallerini verdiler.

ÖNLEMLER GEÇMİŞTE ALINDI
Erdoğan hükümetinin geçmiş 8 yıllık iktidarına baktığımızda ekonomi alanında kapsamlı ya da radikal önlemler aldığını pek göremiyoruz.
Türk ekonomisinin yapısını değiştiren ve o dönemdeki kırılganlıkları azaltan adımlar 1999 sonu ile 2003 yılı ortalarına kadar alındı. Üçlü koalisyon ile Abdullah Gül hükümeti IMF'nin de desteğiyle attığı radikal adımlarla ekonomiyi rayına oturttu.
Daha sonra ise küçük düzeltmeler yapıldı. İnce ayarlar çekildi.
2006 ve 2008 gibi kriz yıllarında hep Merkez Bankası devredeydi. Onun aldığı kararlarla finans piyasaları sakinleştirildi. Bankaların mali bünyelerinin sağlamlığı bu önlemleri çalışır hale getirdi.
Hatta küresel kriz sırasında tüm dünya bir şeyler yapmaya çalışırken, hükümet "kriz bizi teğet geçer" yaklaşımıyla bir şey yapmadı. Krizin sona ermeye başladığı Mart 2009'da kapsamı geniş olmayan kararlar aldı.
Bunların kemer sıkma değil kemer gevşetme önlemleri olduğunu da dikkatlerimizden kaçırmamamız gerekir.
Bu dönemde özellikle IMF kaynaklı radikal ve fakat "zülfüyâre dokunan" politika seçenekleri hükümetçe geri çevrildi. Mali kural, bağımsız gelir idaresi, TL'nin aşırı değerlenmesine mani olunması, faiz dışı fazlanın yükseltilmesi, sosyal güvenlik kurumunun açığının azaltılması bunlar arasında sayılabilir.
Son dönemde ise Erdoğan'ın "sıfır faiz" söylemi ile Merkez Bankası'nın elinin bağlanması ve "düşük" faiz uygulamalarının desteklenmesi en dikkat çekici olumsuz radikal önlem olarak ortaya konuldu.

RADİKAL ÖNLEMLERE GEÇİT YOK
Şimdi piyasalar cari açığın düşürülmesi için kısa dönemde iç talebi frenleyen önlemlerin alınmasını bekliyorlar. Uzun dönemde ise dış ticaretin yapısının değiştirilmesi gereğini herkes kabul ediyor.
Faizi devre dışında bıraktığımızda kısa dönemi içeren önlemlerin tamamının zülfüyâre dokunacağı açık.
■ Kredileri kısıtlamak gerek firmaları gerekse tüketici kredisi kullanan 12 milyon kişiyi olumsuz etkileyecek.
■ Büyümenin yavaşlatılması esnafı siftah yapamaz hale düşürecek.
■ Konut kredilerine getirilecek ek yükümlülükler müteahhitlerin ve konut sahibi olmak isteyenlerin itirazlarıyla karşılaşacak.
■ Bütçe harcamalarının kısılması ve faiz dışı harcamanın yükseltilmesi başta sağlık sektörü olmak üzere "hazineden geçinenleri" zorlayacak.
Dolayısıyla her önlemin sevimsiz bir yanı olacak.
Seçimlerden galibiyetle çıkmış bir iktidarın bu önlemleri almasının çok güç olduğunu, ona oy verenleri düş kırıklığına uğratacağını düşünüyorum.
O zaman önlemlerin odak noktasının sesini fazla çıkaramayan bankacılık sektörü olacağını zannediyorum.
Sonuçta Merkez Bankası politika faizinin devre dışı kaldığı bu ortamda siyasi düşüncelerin ağır basacağını, radikal önlemlerin alınamayacağını ve cari işlemler açığının süregideceğini beklemekteyim.
Bu durumun piyasalar izin verdiği ya da küresel krizde yeni bir dip oluşmadığı sürece devam edeceğini sanıyorum.