Advertisement

Hikâye malum. Kurbağayı kaynar suya atmışlar. Can havliyle bağırarak kendini dışarı atmış ama fena haşlanmış. Başka bir kurbağayı ise soğuk su ile dolu bir tencereye koymuşlar. Ocağın ateşini yakmışlar. Su yavaş yavaş ısındıkça kurbağa durumu fark edememiş. Sonunda o da haşlanmış. 2006 yılında yaşadığımız krizi bugünlerde yaşadıklarımızla karşılaştırırken aklıma bu hikâye geldi. Hatırlayalım; 2006 yılının mayıs ayında piyasalar bir anda sinirlendi. Faizler fırladı, döviz kuru yükseldi. Merkez Bankası’nın 2 milyar dolar civarında döviz satarak durumu sakinleştirildi. Bu olayın nedenlerine baktım.

Cari açığın 30 milyar dolara yaklaşması, enflasyonun hedeflenen düzeyinin üzerinde seyretmesi, hükümetin reform yorgunluğu, Merkez Bankası başkanının seçiminde yaşananların piyasaları rahatsız etmesi ve Maliye Bakanlığı’nın Hazine kâğıtlarına konulan vergi konusunda başlattığı inceleme krizin nedenleri olarak kayda geçmiş. Bu gelişmeler piyasaları adeta kaynayan suya atılan kurbağa gibi tepki göstermeye itmiş. Şokun etkisi ile zıplayarak tencereden kendini dışarıya atmaya çalışmışlar. Şimdi yaşadığımız olaylar ise yavaş yavaş ve beklenmedik bir şekilde gelişiyor. Cari işlemler açığı son bir yılda giderek artma eğilimine girdi. Kriz sonrası iyi bir performans gösteren Türk ekonomisindeki kırılganlıkların, seçimler sonunda cari işlemler açığına yönelik olarak alınacak önlemlerle azalacağı beklenirken gelişmeler hiç de bu yönde olmadı. Cari açığın süre gideceğini, önlemlerin yetersiz kalacağını ve büyüme performansının zayıflayacağını düşünen piyasa oyuncuları suyun giderek ısındığını hissettiler. Buna bir de seçim sonrası gelişen siyasi olaylar ve dünya konjonktürünün olumsuzluğu da eklenince suyun ısısı yavaş yavaş yükseldi. Kurbağalar haşlanmamak için tencereden kaçma yollarını aramaya başladılar. Şimdi bu safhadayız. Ocağın ateşi kısılmazsa ya da kapatılmazsa işin farkında olmayan kurbağalar haşlanacaklar. Farkında olanlar ise önlemlerini almaya başladılar bile. Gazi ER?EL gercel@htgazete.com.tr Kurbağa hikâyesi


Türkiye’de seçime katılma oranı neden çok yüksek?
Yabancı kuruluşların toplantı ve kongrelerini yaptıkları merkezlerin başında İstanbul geliyor. Mayıs ayından bu yana İstanbul’da yüzlerce toplantı yapıldı. Fiyatları son derecede yüksek olmasına karşın lüks otellerde yer bulmak, hele toplantı salonu ayarlamak giderek zorlaşıyor. Dün merkezi ABD’de bulunan State Capital Group’un toplantısına konuşmacı olarak katıldım. 11 bini aşkın hukukçuyu istihdam eden ve dünyada 450 ofisi bulunan 145 bağımsız hukuk bürosunun üyesi olduğu kuruluş yıllık toplantısı için bu yıl İstanbul’u tercih etmiş. Katılımcılar Türkiye’de olmaktan çok mutluydular. Faaliyet kapsamlarına Türkiye’yi de almanın olanaklarını araştırıyorlardı.

Bana yönelttikleri sorulardan birisi Türkiye’deki seçimlerde gözlenen yüksek katılım oranının nedenleriydi. Özellikle gelişmiş ülke demokrasilerinde halkın büyük çoğunluğunun seçimlere kayıtsız kalmasını, otoriter devletlerde ise katılımın çok üst düzeyde olmasını hatırlayarak, Türkiye’de seçmenler “sandığa zorla mı götürülüyorlar” sorusu akıllarına getirmişti. Zorlama olmadığını belirterek bizim politika ile yakından ilgilenen toplum olduğumuzun altını çizdim Tarihsel gelişimin ve seçmenlerin yönetime katılım isteklerinin yüksekliğinin bu sonucu beraberinde getirdiğini söyledim. Türkiye’deki demokrasinin şaşırtıcı bir niteliği de buydu.