Advertisement

Geçen hafta Yunanistan Parlamentosu'nun kabul ettiği önlemler sonucunda sorun çözümlendi diye düşünenler arasında ben de vardım.
Ne var ki yanılmışım. Bankalar Yunanistan'dan alacakları konusunda hâlâ anlaşmaya varmış değiller. Kimilerinin güçlü direnci sürüyor.
Dün Paris'te yapılan toplantıda konu bir kez daha masaya yatırıldı ve bir kez daha sonuç alınamadı.
Hikâyeyi baştan alırsak, Sarkozy-Merkel ikilisi Yunanistan'a para veren bankaların da elini taşın altına "isteyerek" sokmaları konusunda anlaşınca, iş bankaları ikna etmeye gelmişti.
2014 yılının ortasına kadar vadesi gelecek Yunanistan'ın 80 milyar Euro'ya yaklaşan banka borçları için masaya oturulunca üç konu öne çıktı.
Birincisi, bu borçların geri alınıp yeni bonolarla değiştirilmesi (teknik tanımıyla buy back yapılması).
İkincisi, borçların bir kısmından vazgeçilmesi (hair cut).
Üçüncüsü ise yeni bono faizlerinin IMF faizi düzeyine indirilmesi.
Bu üç şartı gerçekleştirdikten sonra Yunanistan'ın piyasalara tekrar dönmesinin sağlanması da önemli bir hedef olarak ortaya konuldu.
Ancak önerilen ve bir anlamda 1985 yılındaki Brady Planı'na paralel unsurlar içeren sistemin karşısına üç önemli güç çıktı.

■ Kredi derecelendirme kuruluşları, yapılacak işlemlerden bazılarının "default" yani borcun ödenmediği anlamına geleceğini belirtti.
■ Avrupa Merkez Bankası, alınan politik karara karşı direncini sürdürdü. Gerek buy back işlemine karşı olması gerekse Yunanistan'a daha fazla fonlama yapmama konusundaki yaklaşımı sistemi zora soktu. Aynı zamanda herhangi bir "default" durumunda tüm Avrupa ülkelerinin olumsuz etkilenme olasılığı da Avrupa Merkez Bankası'nın kaygılarının başında yer alıyor.
■ Alacaklı bazı bankalar da bu sisteme karşı. Anlaşmayı da sabote etmeye çalışıyorlar.
Anlaşılacağı gibi sorun hâlâ ortada. Gün geçtikçe de daha karmaşıklaşıyor.
Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) burada bir arabuluculuk görevi üstlenmiş bir durumda. Özellikle Brady Planı deneyimini Yunanistan'a uyarlayacak bilgi birikimine de sahipler.
Ne var ki karşılarına birçok engel çıkıyor. Belki de hazırladıkları B ya da C planlarını yürürlüğe sokmaları gerekecek.
Bekleyelim, göreceğiz.

***

Futbol kulüpleri Borsaya girerse...
Başından beri futbol kulüplerinin İMKB'ye girmesine ve hisse senetlerinin borsada işlem görmesine karşıydım.
Şeffaf olmayan yapıları, güçlü politik ilişkileri ve profesyonelleşememeleri bu düşüncemin temelini oluşturuyorlardı.
Bunlara rağmen politik baskılarla borsaya girdiler. Ancak yatırımcılarına geçmişte de birçok sorunlar yaşattılar.
Gizlenmiş bilgiler, manipülasyonu andıran işlemler ve alışılagelmedik "finansal yapılar" sermaye piyasalarında görmek istemediğimiz tablolardı.
Son şike olayları ise bambaşka bir görünümü çıkardı karşımıza. Futbolun karanlık yüzü tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Bu işlere katkısı olanlar ceza alsalar, hapiste yatsalar ve yaptıkları yanlarına kalmasa bile gelecekte benzer olayların önleneceğini zannetmiyorum.
Bu nedenle bundan böyle futbol kulüplerinin İMKB'ye sokulmamalarının, mevcut olanların ise çok yakından izlenmelerinin kurallara en küçük bir aykırılık durumunda ağır yaptırımlarla karşı karşıya getirilmelerinin uygun olacağına inanıyorum.
Tabii siyasetçiler izin verirlerse.

***

Doğuş ile Japon Suzuki nişanı attı
Doğuş Otomotiv ile Japon Suzuki arasındaki distribütörlük görüşmelerinde mutabakat sağlanamadı. Doğuş Otomotiv'den Kamuyu Aydınlatma Platformu'na (KAP) gönderilen açıklamada, "Şirketimiz ile Suzuki Motor Corporation (Japonya) arasında şirketimizin Suzuki markalı ürünlerin Türkiye distribütörü olarak atanabilip atanamayacağına yönelik başlatılmış bulunan görüşmeler, bir mutabakat sağlanamadığından sonlandırıldı" denildi.
Doğuş Otomotiv, Suzuki ile distribütörlük için fizibilite çalışması amacıyla 14 Mart'ta mutabakat protokolü imzalamıştı.