Advertisement

Türkiye'nin kırılganlık noktalarından biri olan cari işlemler açığı konusu seçim sonrası yetkililerce önemsenmeye başlandı.
2011 yılında 75 ila 80 milyar doları bulması beklenen cari açıkla ilgili olarak gerek Başbakan gerekse ilgili bakanlar önlemler konusunda çalışmaların başladığını açıkladılar.
Önlemlerin detayını bilmiyoruz ama iyi niyetli bir yaklaşım olduğuna kuşku yok.
Ne var ki Türkiye'nin cari işlemler açığı yapısal bir sorun haline dönüşmüş durumda. Geçtiğimiz yıllarda uygulanan döviz kuru rejimi bunun en önemli nedenini oluşturuyor.
Sorunu önemseyip önlem almaya başladıktan sonra sonuçlarını gözlemlemek için uzun bir süreye gereksinim var.
Bu geçecek dönemde bir krizin ortaya çıkmayacağını bekliyorum. Bankacılık sisteminin sağlamlığının, uluslararası likiditenin fazlalığının ve döviz rezervlerinin düzeyinin cari açıktan kaynaklanacak bir finansal krizi önleyeceğini düşünüyorum.

CARİ AÇIK BUMERANG GİBİDİR

Ancak cari açık bumerang gibidir. Etkisi dış borçlarda görünür.
2011 yılının birinci çeyreği itibarıyla 298.9 milyar dolara ulaşmış dış borç, önümüzdeki beş yıllık dönemde yıllık ortalama 70 milyar dolarlık bir cari açığın finansmanı için her yıl alınacak 50 milyar dolarlık yeni borçlarla birlikte 2015 yılı sonunda 550 milyar dolara ulaşacaktır.
Bu tutar bugün Yunanistan'ın çözmeye çalıştığı borç toplamına eşittir.
Böylesi yüksek ve vadesi kısa dış borç sorunu ile beş yıl sonra karşılaşacak bir hükümetin ne yapacağını düşünmek bile istemiyorum.
Türk ekonomi tarihinde, büyüklüğü aynı olmamakla beraber bu şekilde bir dış borç sorunuyla karşılaşan Ecevit hükümetleri olmuştur. Gerek 1978'de gerekse 2000 yılında daha önce biriken sorunların ortaya çıkardığı döviz darboğazı ne yazık ki hep Ecevit hükümetlerine rastlamıştır.
Dış borç sorununu çözmenin cari açıktan daha acı reçeteler gerektirdiğini o zamanlarda acı tecrübelerle öğrendik.
Bugün için cari açığı önemsemek ya da önemsememekten çok ileride başımızı ağrıtacak dış borcun büyüklüğüne odaklanarak stratejimizin çizilmesinin daha doğru olacağı kanısındayım.

Bundan sonra IMF'yi Lipton yönetecek

IMF'ye başkan Avrupa'dan seçildikten sonra başkan yardımcılıklarına Çin Merkez Bankası'ndan Zhu Min ve ABD'den David Lipton atandı.
David Lipton'ı tanırım.
90'lı yılların sonlarında ABD Hazine Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunurken Asya krizinin atlatılmasında başrolü oynayanlardan birisiydi.
Türkiye'nin o dönemdeki IMF ve ABD Hazinesi ile olan ilişkileri de Lipton'dan sorulurdu.
Atanmadan önce Obama'nın danışmanlığını yapıyordu.
Şimdi IMF'nin ikinci adamı durumunda. Konuları derinliğine bilmesi, süratli karar alma yeteneği, uluslararası platformlarda tanınması ve çözüme odaklanan yapısı onu kanımca IMF'nin en güçlü kişisi konumuna yükseltecektir.