Advertisement

Son günlerde döviz piyasasında yaşanan belirsizlik konusuna Başbakan Erdoğan dün son noktayı koydu.
"TL'nin yükselmesinden de düşmesinden de rahatsız olanlar var. Merak etmeyin TL'nin değeri konusunda orta noktayı bulacağız, hem de çok kolay bulacağız" dedi.
Şimdi bunun ne anlama geldiğini yorumlayalım.
Birincisi, Başbakan da döviz kurundaki oynaklığı sevmiyor. Zaten spekülatörler hariç döviz kurlarındaki oynaklıkları kimse sevmez. Orta noktayı bulunca dalgalanmanın da azalacağına inanıyor.
İkincisi, Başbakan'ın düşündüğü orta noktanın ne olduğunu bilmek gerekir.
Grafikten de izleneceği gibi küresel kriz öncesi TL/Dolar kuru 1.20'lerdeyken kriz sırasında 1.50 ortalamaya yükseldi. Şimdi ise 1.70'ler düzeyinde süregidiyor.
Yüzde 50-50 oranıyla hesaplanan Euro/Dolar sepetinin TL'ye karşı değeri ise kriz öncesi
1.40'lardan kriz sonrası 1.70'lere yükseldi. Son gelişmelerde ise 2.10'lara kadar çıktı.
Bu verilerden hareketle orta noktanın TL/Dolar kurunda 1.40 ile 1.60 arasında bir değerde olması gerekli. Bunun da ortasını alırsak 1.50 değeri herhalde Başbakan'ın aklındaki düzey olmalı.
Sepet bazında ise 1.75'i orta nokta diye nitelendirebiliriz.
Bu düzeyler gerçekçi midir, eleştirileri önler mi ya da cari açığı aşağıya çekebilir mi sorularına bu aşamada yanıt vermek güç.

MERKEZ'İN İŞİ ZOR
Üçüncü ve kritik nokta ise bu "orta noktanın nasıl ve kolaylıkla bulunabileceği" konusunda düğümleniyor.
Görev kuşkusuz Merkez Bankası'na düşüyor. Banka'ya "döviz kurunu orta noktada tut" denilecek.
Merkez Bankası, yasasında olmasa bile verilen bu görevi yapar. 90 milyar dolara erişmiş döviz rezervleri ve elindeki diğer müdahale araçları ile döviz kurunu orta noktada belirli bir süre götürür.
Bunun nasıl yapılacağını da geçmişteki deneyimleriyle bilir.
Ancak buradan sonra iş para politikasının işlevinin ne olacağı noktasına gelir. Kural şudur: Sermaye hareketleri serbest olan bir ortamda merkez bankaları ya kuru ya da faizi kontrol edebilirler (impossible trinity). İkisini birden idare etmeye kalkarlarsa sonu hüsranla biter.
Çin bile bu kurala uyar. Hem kuru hem de faizleri kontrol eden bir ekonomi politikasını yıllardır izlemesine karşılık sermaye hareketlerinin serbestliğine izin vermez. Ayrıca yılda 250 milyar dolarlık cari işlemler fazlasına da sahiptir.
Bir dördüncü nokta da, bu durumda Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasının olamayacağı gerçeğidir.
Kuru tutan, faiz arttıramayan, ekonominin soğutulmasına çalışan, sıcak parayı sevmeyen, finansal istikrarı gözeten ve yasasına göre fiyat istikrarı temel hedefi olan bir merkez bankasının işinin kolay olduğunu kimse söyleyemez.