Advertisement

Bu aralar sosyolog- yazar Barbara Ehrenreich'in "Parlak Taraf" diye tercüme edebileceğimiz "Bright-Sided" kitabını okuyorum.
Olumlu düşünme niteliği ile tanınan Amerikalıların, bu davranış biçiminden nasıl zarar gördüklerini anlatıyor.
Gerçekten de Amerikan halkı pozitif düşünmeyi seven insanlarla doludur. İş hayatında bu açıkça gözlenir. Neşeli ve olumlu olmalarının kendilerine başarı ve refah getirdiğine inanırlar. Bununla da öğünürler.
Bilişim dâhisi Bill Gates'in "negatif düşünen, her şeyi baştan reddeden ve her konuya tersten bakan kimseleri yanımda çalıştırmam" yaklaşımı belki de bunun en canlı örneği olarak gösterilebilir.
Ne var ki Barbara Ehrenreich, "Dünya Mutluluk Endeksi"nde Amerika'nın 150'nci sırada olduğunu hatırlatarak, bu kadar pozitif düşünen kişilere sahip bir ülkenin, mutluluk sıralamasında en sonlarda yer almasının garipliğine dikkati çekiyor.

OLUMLU DÜŞÜNME VE KAPİTALİZM
Bir sosyoloğ olarak kapitalizm ile olumlu düşünme arasındaki ilişkilere değinen Ehrenreich'in ilk müracaat ettiği kaynak Max Weber'in "Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu" kitabı oluyor.
Max Weber kapitalist sistemde çok çalışmanın ve servet biriktirmenin esas olduğunu, bunun için ise zevk alınan şeylerden vazgeçilmesi görüşünü ortaya atıyor. Gülmeye, eğlenmeye ve pozitif düşünmeye kapitalist sistemde yer olmadığını savunuyor.
Daha sonra ise kapitalizm 20. yüzyılda tüketim odaklı bir sisteme dönüşünce bireylerin daha fazla iş yapması, firmalarını büyütmesi ve kârlarını artırması için olumlu düşünmeleri gerektiği ortaya koyuluyor.
Negatif düşünenlerin rekabetçi bir sistemde pazar paylarını ve kârlarını artırmalarının zor olduğu fikri benimsenmeye başlanıyor.
Optimizm insanları daha fazla harcamaya ve daha az tasarruf etmeye yönlendiriyor.
Yazara göre bu yaklaşım ABD toplumunun her tarafını sarıyor. 21'inci yüzyılda artık çılgınlığa dönüşüyor.
Sonunda da küresel kriz patlıyor.

POZİTİF DÜŞÜNCE EKONOMİ İÇİN ZARARLI MI?
Barbara Ehrenreich 2010'lu yılların ortasında doruğa çıkan pozitif düşünme yaklaşımının küresel krizin başlıca nedeni olduğunu iddia ediyor.
Bunun sonucunda konut piyasasının iyi denetlenmediğini, mortgage destekli menkul değerlere not verenlerin vurdumduymazlığı yanında yetkililerin "bize bir şey olmaz" diyerek gerekli önlemleri almadığını ve krizin çıktığını söylüyor.
Yazarın bir sosyolog gözüyle krize bakışını ilginç buldum.
Her şeye negatif bakarak ya da yasaklar koyarak bir sonuca ulaşılabileceği fikrinde de değilim. Ne var ki, ekonomik konularda optimizmde aşırıya kaçıldığında beklenmedik sonuçlarla karşılaşıldığına da defalarca tanık oldum.
Bu nedenle ekonomide "bize bir şey olmaz", "kriz bizi teğet geçer", "sorunu çözmek için elimizde her türlü araç var", "dünyanın en hızlı büyüyen ülkesiyiz", "biz istersek her şeyi yaparız" gibi yarı pozitif düşünceden yarı da aşırı güvenden kaynaklanan söylemlerin yarardan daha çok zarar getireceğine inanıyorum.
Ayrıca bu tür bir yaklaşımın mevcut kırılganlıkların da üzerine gidilmesini geciktirdiği fikrindeyim.