Advertisement

Herkes kriz beklerse, kriz gelir.
Şimdi böylesi bir ortamdan geçiyoruz. 2007 yılı ortalarında başlayan ve fakat hâlâ sonlandırılamayan global krizin ikincisinin ortaya çıkacağına piyasalar ve bazı ülke yöneticileri inanmış durumdalar.
Ne yaparsanız yapın bu inancı yok edemiyorsunuz. Artık bir tetiklenme bekleniyor.
Bizde de aynısı olmadı mı? 1990'lı yılların sonlarında çözümlenemeyen sorunlar ve var olan kırılganlıklar zaman geçtikçe yerini kriz beklentisine bıraktı.
Şubat 2001'de 9 milyar dolar gibi bugünle karşılaştırılamayacak cari işlemler açığına ve 26 milyar dolarlık döviz rezervine karşı "Kriz nasıl olsa olacak" yaklaşımı, bir tetiklemeyle gerçekleşti.
Geçen hafta cuma günü öğleden sonra "Yunanistan batıyor" dedikodusu adeta gelen krizin habercisi gibiydi.
Oysa bu aralarda önemli adımlar atıldı.
■ Obama 450 milyar dolarlık paket ortaya koydu.
■ Avrupa Merkez Bankası Başkanı, "Euro Bölgesi'nde likidite sorunu olmaz" diye açık çek verdi. Bunun anlamı, hiçbir bankanın likidite nedeniyle batırılamayacağının garantisiydi.
■ Alman Anayasa Mahkemesi, Almanya'nın ülke kurtarmalarına yeşil ışık yaktı.
■ G-7'ler anlaşamasa bile ABD Hazine Bakanı Geithner'in ifadesiyle "Avrupalılar durumun çok ciddi olduğunu anladılar".
■ IMF Başkanı, "Avrupa bankalarının 200 milyar Euro sermaye açığı var" söylemini yumuşattı.
Tüm bunlara karşı Avrupa Merkez Bankası başekonomisti ve Almanya temsilcisi Stark'ın istifası piyasaları daha fazla ilgilendirdi. Böyle sıkıntılı zamanlarda "kötü" haberlerin geçerliliği bir kez daha kanıtlandı.
Şimdi piyasalar Avrupa bankalarına dolar kredisi açmak için iki kez düşünüyorlar. Adeta Lehman'ın batış öncesindeki senaryo yürürlükte gibi.
Her ne olursa olsun piyasalar ve bazı ülkelerin yetkilileri ikinci bir krizin çıkacağından eminler. Bizim yetkililer de bu olasılığı geçen ay dile getirdiler.
Hadi bakalım hayırlısı.

***

11 Eylül saldırıları ve Türkiye ekonomisi
Dün 11 Eylül 2001 saldırısının 10. yıldönümüydü. O gün New York'taydım. Gelişmeleri ve sonrasını canlı yaşadım.
İlk saptamam "dünya artık eskisi gibi olmayacaktı". Yanılmamışım.
O tarihlerde ekonomik açıdan zor günler geçiriyorduk. Şubat 2001 krizi sonrası Ecevit'in istediği 25 milyar dolar yardıma ABD yönetimi yeşil ışık yakmıştı. Ancak bu para küçük dilimler halinde ve IMF denetimiyle veriliyordu.
2001 yılının sonbaharı yaklaşırken IMF programında aksamalar başlamıştı bile. Hükümetin önlemler konusunda ayak sürümesi ve yeterli dış finansmanın gelmemesi hem programı hem de ekonominin gidişini aksatıyordu.
İşte o sırada 11 Eylül olayı patlak verdi. ABD yönetimi "Ya bendensin ya da karşımdasın" yaklaşımını derhal ve açıkça ortaya koydu.
ABD'nin yanında ve müttefiki olduğumuza kuşku yoktu. Ancak Irak olayı nedeniyle o sıralar aramız iyi değildi. Hele tezkere TBMM tarafından reddedilince işler iyice karıştı. Sonra ise durum bir anda tam tersine çevrildi. Nedenleri muhtelif derler.
İşte kırılış noktası buydu. "Yeni düzende" gerek resmi kanallardan gerekse piyasalardan Türkiye'ye yönelen fonların akışı bir anda hızlandı.
İlerleyen tarihlerde IMF anlaşmalarına tam uyulmasa da "siyasi nedenler" ağır bastı. Aşımlar göz ardı edildi.
Daha sonraki yıllarda ise 11 Eylül'ün de etkisiyle dünyada artan likiditeden bu duruşumuzla yararlandık.
11 Eylül olmasaydı ekonomik açıdan işimiz çok zordu.