Advertisement

Türkiye enflasyon hedeflemesiyle 2001 krizinden sonra tanıştı. O günlerde en çok tartışılan konuların başında, kamu borç stokunun büyüklüğü nedeniyle, mali baskınlık sorunu geliyordu. Enflasyon yukarı çıkarsa, Merkez Bankası talebi kısmak için faizi yükseltecek. Bu durumda Hazine piyasadan daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalacak. Ne var ki, benzeri bir yaklaşım yüksek cari açık ve döviz ihtiyacı konusunda benimsenmedi. Kur ile fiyatlar arasındaki geçişkenlik sorunu konuşuldu, geçildi. 2009 küresel krizinden sonra, merkez bankaları artık, fiyat istikrarından başka politikalar da uygulamak zorunda kaldılar. Örneğin ikinci piyasadan kamu kâğıdı satın alarak, devletlerin borçlanmalarına yardımcı oldular. Sonuç olarak bazıları, gelinen aşamada “tek hedef, tek araç” yaklaşımının eskidiğini iddia ediyor. Anladığım kadarıyla, söylemek istedikleri şu: Türkiye için sadece fiyat istikrarı yetmez, döviz kuru, büyüme gibi öncelikler de öne çıkabilmeli.

DÖVİZ İHTİYACI AZ DEĞİL
TCMB Kanunu’ndan gelen engelleri, şimdilik bir yana koyarsak, Türkiye’nin döviz dengelerine bakmakta yarar var. Sigara kutusunun arkasına yapılan basit bir hesapla, 2012 yılı döviz ihtiyacının 180 milyar dolar civarında olacağını söyleyebiliriz. Bu rakama cari açık, kamu ve özel sektörün dış borç geri ödemeleri ve içeride alınan döviz kredisi borçlarının bir bölümünün geri ödemesi dahil. Tabii, ek olarak sıcak paradan çıkış olmazsa. Eğer yabancılar DİBS, hisse senedi satıp çıkmayı sürekli hale getirirlerse, ihtiyaç daha da büyüyebilir. Kanımca, Merkez Bankası bu gereksinimin yanı sıra, kur ile enflasyon arasındaki geçişkenliği ve reel sektörün artan döviz pozisyonu açığının yarattığı sorunları da düşünüyordur. Hatırlanacaktır, 2010 yılında kambiyo rejiminde yapılan bir değişiklikle döviz geliri olmayan şirketlerin de yerel bankalardan döviz kredisi alabilmelerine olanak tanındı. Bunun bir sonucu olarak, o günlerde 85 milyar dolar kadar olan, firmaların döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki fark Haziran 2011 itibarıyla 120 milyar dolara çıktı. Bir yıllık artış yüzde 41’den fazla. Her kur yükselişi, borçlu şirketleri daha fazla vurmaya başladı. Dolayısıyla, kurlar bir yerde durdurulamazsa, makro seviyede fiyatlar yükselecek ve diğer OVP varsayımları geçersiz olacak. Mikro düzeyde ise borçlu şirketler zora girerlerse, bankalar tahsilat sıkıntısı yaşayabilecekler. Bu bağlamda, ekonomik istikrar açısından kura yönelik politikalar düşünmenin bir yanlışı yok. Ancak bu işlerin tek sorumlusu TC Merkez Bankası mı? Neden Hazine hiç topa girmiyor. Hadi hücumda yok. Hiç olmazsa defansta stoper görevi yapamaz mı?

TCMB YALNIZ KALIRSA
Kur işi kucağına bırakılınca, politika faizi aracını kullanmak istemeyen Merkez Bankası, faiz koridorunu genişletti. Artık, TCMB’den ucuz TL alıp döviz satın alan bankaların döviz talebini, likidite üzerinden yönetmeye çalışacak. Verdiği paranın dövize gittiğini görürse faizin yüzde 12’lere doğru çıkmasına göz yumacak. Yoksa yüzde 5.75’ten para verecek. Olaya çok kısa vadeli bakarsanız akılcı gibi görünüyor. Ancak, faiz koridoru bu kadar geniş olunca artık piyasalarda fonlamanın maliyeti bilinmez hale geldi. DİBS piyasası oldukça olumsuz etkilendi, bankalar zarar yazmaya başladılar. Biraz tecrübesi olanlar bilir; borçlanma piyasasında uzun vadede zarar devletindir. Bu nedenle, bankalar bu sene yazdıkları zararı gelecek sene kapatamazlarsa, DİBS portföyünü küçültebilirler. Hazine zarar görebilir. Kısacası, eğer döviz talebi, TCMB’nin varsaydığı gibi spekülatif ise, sorun yok. Değilse o zaman kur burada kalmaz, faizle beraber yükselir. Biz de boş yere, bunca belirsizliği neden yaşadığımızı sorgularız.