Advertisement

Bilindiği gibi fiyatlar genel seviyesi, faiz ve kur bir ekonomik programın en temel varsayımlarıdır. Bu değişkenlere bağlı olarak büyüme, cari açık ve diğer büyüklükler hesaplanır. Bu bağlamda, OVP'de 2012 enflasyon hedefi yüzde 5.2; bu yıl sonu tahmini ise yüzde 7.8'di.
Artık cari enflasyonun çift haneli olacağı kesinleşti. Bu durumda gelecek yılın hedefinin tutması için yapılması gereken iki şey var: İlki ve kolay olanı, hedefi değiştirmek. Ama basitlikten kastım sadece enflasyon hedefi değil. Ardından tüm değişkenleriyle beraber OVP'yi de revize etmek lazım.
"Gerek yok hedefler gerçekçi." diyenlere önerim, hemen Hazine kâğıtlarına yatırım yapmaları. Seneye yüksek sermaye kazancı yazabilirler.

HIZLA FRENE BASMAK LAZIM
İkinci seçenek biraz zor olan yol. Hedefi değiştirmemek. Ancak bu durumda da hedefe ulaşmak için yapılacakların çok net bir şekilde piyasalara açıklanması gerekiyor. Bir yıl içinde fiyatları yüzde 10'lardan yüzde 5'lere düşürmek için talebin ve kurların önemli ölçüde düşmesi lazım. Düşen talep daha az; satış, şirket geliri ve istihdam demek.
Hanehalkının ve şirketler kesiminin borçluluğunun bu kadar yüksek olduğu bir dönemde, ekonominin frenine bu kadar hızla basmak kolay değil. Gelirler azalınca borç ödemek zorlaşır. Borçlular batağa sürüklenebilir. Ani duruşlar bu açıdan tehlikeli. Maliye politikası da küçülmeye yönelik bir işaret vermiyor.
O zaman elde en etken araç olarak para politikası kalıyor. Orada da Merkez Bankası faizlerle ve kurla oynama taraftarı değil. Kredilerdeki yükseliş hızını ayarlamaya çalışıyor. Bunu da bankalara vereceği likiditeyi yöneterek yapabileceğini düşünüyor. Uyguladığı politika ile faizi yükseltmek niyetinde olmasa da, piyasada faizler yüzde 10'nun üstünde. Kredi faizleri aldı başını gidiyor. En iyisi yüzde 13'ler civarında. Riskli müşteriler için daha yukarısı teklif ediliyor. Son haftalarda kredilerde gözlenen yavaşlamanın bir nedeni de bu faiz artışları.

HANEHALKI VE ŞİRKETLER BORÇLU
Aslında ekonomiyi bu yöntemle yavaşlatma yaklaşımı, Türkiye'de değişen borçluluğun yapısını bize bir kez daha hatırlatıyor.
2001 krizinden sonra hayata geçirilen yapısal reformlar sonucunda, kamu borcunun milli gelire oranı azaldı. Bununla beraber cari açık sorunu kalıcı olarak çözümlenemediği için, hanehalkının ve şirketler kesiminin borçlanmasında büyük artış oldu. Merkez Bankası'nın yayımladığı son Finansal İstikrar Raporu'nda, hanehalkının harcadığı her yüz liranın 45 lirasının gelirle değil, borçla finanse edildiğini gösteriyor. Bu oran 2002 sonunda yüzde 4'ler seviyesindeydi. Benzer yükselişler şirketler içinde geçerli. Gelişmelerin farkında olan TCMB, eğer insanlar ve şirketler borçlarını azaltabilirlerse, ekonominin "yumuşak iniş" yapacağını varsayıyor.
Kolay bir seçenek olmadığı kesin. Sanırım TCMB biraz da Avrupa'daki ekonomik gelişmelere güveniyor, içeriye yardımcı olacağına inanıyor. Peki, Almanya ve Fransa'nın öne sürdüğü kabul edilmesi zor şartları, bazı üye ülkeler kabul etmezler ve para birliğinden ayrılırlarsa? Bunun ekonomik ve siyasi sonuçlarını tahmin edebilen var mı?
Görünen o ki, Merkez Bankası enflasyonla mücadelede yine yalnız kaldı. "Tek hedef, tek araç" stratejisinden vazgeçmediği sürece yaşanan belirsizliklere bir de para politikasındaki yön ekleniyor. Bilinmeyenleri azaltmak için, yakında açıklanacak olan "2012 Yılı Para Programı" önemli bir gösterge olacak. Banka'nın piyasalara yön verebilmesi, kısmen, bu dokümanın içeriğine bağlı. Çünkü önümüzdeki yılın biraz daha kolay geçmesi için belirsizlikleri ve dolayısıyla riskleri azaltacak önlemlere ihtiyaç büyüyor.