Advertisement


Üçüncü çeyrek büyüme rakamları çoğumuzu sevindirdi. Nereden bakarsanız bakın, büyüme daha fazla gelir üretir. İşsizliği azaltır. En azından toplumun moralini düzeltir. Özellikle dünyada bunca sorun yaşanırken içeride haberlerin olumlu olması, büyümenin sürdürülebilirliği konusunu, şimdilik gündeme getirmiyor.
Sürdürülebilirlik orta vadeli bir kavram. Kısa vadede hangi yolla olursa olsun, milli gelir artıyorsa, istenen sonuca ulaşılmıştır. Devletin, şirketlerin ve insanların gelirleri büyümüştür. Borçlar daha kolay ödenebilir hale gelmiştir.
Uzun vadeli bakan ekonomistler için önemli olan büyüme oranı değil, nasıl finanse edildiğidir. Büyümenin devamlılığı açısından finansmana bakılmasını öneriyorlar. Örneğin, iç tüketim ağırlıklı büyüme için kamu ve özel kesim artan gelirlerini, tasarruflarını mı harcıyorlar yoksa kredi mi kullanıyorlar? Üzerinde durdukları konu basit. Eğer borçla tüketim ve yatırım yapılıyorsa sorun çıkabileceğinden endişe ediyorlar. Çünkü vadesi geldiğinde borçların geri ödenebilmesi için ekonomideki canlılığın devam etmesi gerekiyor. Tam bu evrede borç veren kaynaklar azalır, ekonomi küçülürse ne olur?
Biliyorsunuz büyümemizin finansmanı dışarıdan. Cari açık bunun en temel göstergesi. Ancak ekim ayında ilginç bir gelişme yaşandı. Ödemeler dengesi sermaye hesabı, uzun bir aradan sonra ilk defa bu kadar açık verdi. Yani, ödenen borçlar alınanlardan fazla. Türkiye’de yerleşikler dışarıya olan borçlarını kapatırken, bir nedenle, dışarıdan değil Merkez Bankası’ndan döviz bularak borçlarını ödemişler.

DIŞARIDA DÖVİZ ARZI AZALACAK
Bu aşamada, benzeri gelişmelerin gelecek yıl yaşanma olasılığına bakmakta yarar var.
Avrupalı büyük bankaların artık önemli bir küçülme sürecine girmek zorunda oldukları biliniyor. Sorun oldukça dikkat çekici. Düşünsenize 1.5-2 trilyon Euro aktif büyüklüğü olan bankaların özkaynakları 75-80 milyar Euro civarında. Bankalar kaynaklarının yarısından çoğunu menkul varlıklara yatırmışlar. Yani bu varlıkların değeri yüzde 8 oranında düşse, “sermayeyi kediye yüklemiş” oluyorlar.
Bu nedenle son AB Liderler Zirvesi’nde alınan kararlar çok net. Bankalar önce kendi içinde her türlü önlemi alacaklar. Sonra ülkelerin yetkili kurumları yardımcı olacaklar. Yetmezse EFSF devreye girecek. Ancak, önemli bir uyarı var: Önlemler Euro Bölgesi’ne kredi arzını olumsuz etkilemeyecek. Ekonomilerin büyüme çabasına destek verilecek.
Doğal olarak, Euro Bölgesi dışı için hiçbir yorum yok. Ne olursa olsun mu deniyor? Konu dövize ihtiyacı olan ülkeler için önemli. Bu bağlamda, BIS (Basel International Setlements) uzmanlarının yaptığı bir çalışma, böylesi bir küçülmenin, Türkiye’deki kısa vadeli dış borçlanmanın yaklaşık yarısını etkileyebileceğini gösteriyor. Az değil.
TCMB verilerinden yola çıkarak, Türkiye’de tüm kesimlerin 135-140 milyar dolar civarında borç geri ödemesi yapılabileceğini söyleyebiliriz. Ancak ihtiyaç toplamı bu kadar değil. Bir de cari açığın finansmanı için gerekli olan parayı bulmak gerekiyor. Diğer yüksek öngörüleri bir kenara koyalım. OVP’ye göre gelecek yıl cari açık 65 milyar dolar. Hadi bu sene daha büyüğünü finanse ettik, seneye de edebiliriz diyelim. Ama unutmayalım, seneye borç geri ödemesi rakamı bu yıldan büyük olacak. Döviz talebimiz biraz daha artacak.
Buna karşılık döviz arzında yaşanması olası sorunlar tahmin edilenden de büyükse, kurdaki hareketlilik yüksek olabilir. Zaten yüksek olan enflasyonu da olumsuz etkiler. Faizleri konuşmaya zaten gerek yok.
Anlaşılan, umudumuz Mr. Bernanke ve Süper Mario’ya kaldı. Çok geç olmadan paranın musluklarını biraz daha fazla açmaları lazım. Yoksa seneye milli gelir, beklendiği kadar yükselmeyebilir.