Advertisement

Türkiye, bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, bir yandan hızla artan nüfus diğer yandan tarım arazilerinin bölünmesi ve dolayısıyla işletmelerin her geçen gün küçülmesi, üretimde yetersizliklere yol açtı. Yanı sıra küçülen araziler insanlara yeteri kadar gelir sağlayamaz oldu. Kırsal kesimden şehre doğru göç hızlandı. Konu aslında uzun zamandır biliniyor. 2001 reformlarının kırsal kesimde en bilineni Doğrudan Gelir Desteği ödemeleridir (DGD). Arazi büyüklüğüne göre yapılan bir ödemeydi. Tarımsal üretim yapılmasa dahi ödenmesi, bazılarınca popülist bir harcama diye eleştirildi. Kısmen haklıydılar. Ancak o günlerde tarımsal veri tabanının yeterli olmadığı düşünülürse DGD’nin, tarımı kayıtaltına almak için bir teşvik olduğu görülecektir. Çiftçi bu desteği çok sevdi ve arazisini kayıt altına aldı. Ancak bu işin ilk aşamasıydı. Veriler güncellenince, bilinen temel bir sorunu tekrar gündeme getirdi: Tarım arazileri bölük pörçük bir vaziyetteydi. Parçalı ve küçük işletmelerde verimli üretim yapılması, artan gıda talebinin karşılanması çok zordu.

NEDENİ MÜLKİYET KÜLTÜRÜ
Sorun sadece demografik, nüfusa ilişkin bir mesele değil. Asıl olarak Osmanlı’dan miras alınan toprak sisteminden kaynaklanıyor. Bilindiği gibi o zaman toprak halifeye, padişaha ait. İşletme hakkı bir aileye veriliyor. Miras hakkı olmadığı için bölünmüyor. Cumhuriyetle birlikte miras hukuku İsviçre’den alınınca, tarımın geleceği için ayrı bir hüküm konmuyor. O günleri düşünürseniz, Batı Anadolu’da göçler/mübadele nedeniyle bölünme zaten yok. Doğu’da ise feodal toprak ağalığı sistemi var. Dönemin yöneticileri, arazileri topraksız köylüye dağıtmayı birçok defa düşünüyor ama sosyo-politik nedenlerle başarılı olamıyor. Yıllar geçtikçe, miras ve intikal yoluyla bölünme artıyor.
Sonunda sorun hükümetin gündemine geldi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bu konuda bir çalıştay topladı. Sayın Bakan M. Eker yaptığı konuşmada bölünmüşlüğe ve sorunlarına değinmiş. Verdiği rakamlar dikkat çekici. Ortalama işletme büyüklüğü 60 dönüm kadar ve yedi parsele bölünmüş. Bu Türkiye’de 22 milyon parsel ediyormuş. Daha da önemlisi, ülke ekonomisi, tarım arazileri iki kardeşe bölünürse yılda yaklaşık 8 milyar lira kaybediyormuş. Araziyi üç kardeş bölüşürse, rakam 16 milyar liraya yükseliyor. İlk veri bütçeden tarımsal destekleme için ayrılan 7.3 milyar liradan daha fazla. Önemi nedeniyle, Bakanlığın bir çalıştayla konuyu gündeme getirmesi takdir edilmesi gereken bir gelişme. Yeter ki sadece çalıştay sonunda çıkarılacak bir raporla iş rafa kaldırılmasın. Ülke deneyimleri araştırılsın. Örneğin Fransa, Danimarka, Hollanda, Almanya ve İngiltere örneklerinde olduğu gibi en büyük çocuğa öncelik verilerek bölünmenin önüne geçilebilir. Veya yapılacağı söylenen geniş bir kamuoyu yoklamasıyla bize özgü bir sistem bulunabilir. Ancak bizde “ata toprağı” yaklaşımı olduğunu da unutmamak lazım. Bugün gidip bakın, köylerde devamlı ikamet edenlerin çoğunluğu yarıcılar ve yaşlılar. Yarıcılar başka yerden göç ediyor ve birkaç kardeşin veya komşunun arazisini işleyerek geçimlerini sağlıyorlar. Çoğu toprak sahibinin amacı gelir elde etmekten çok “baba toprağı”na sahip çıkma arzusu. Tapuda mal sahibi görünenler her yıl gidip arazisini kontrol bile edemiyor. Artık tarımda küçük hesap yapmanın zamanı geçti. Devlet, tarım işletmelerinin küçülmesinin önüne geçebilecek bir sistemi gecikmeden hayata geçirmeli. Bu aşamada Bakanlığa, hükümete ve tüm partilere büyük görev düşüyor. Gelecekte çocuklarımızın yerli gıdayla beslenmesini istiyorsak, mal sahiplerini ikna edecek, tarımsal arazilere özel bir miras sistemini hayata geçirmemiz lazım.