Advertisement

Üretim santrallarının özelleştirmesinin gündeme geldiği bugünlerde basında yer alan iki haber dikkatimi çekti. Habertürk’te yer alan habere göre, özelleştirilen elektrik dağıtım bölgelerini işleten şirketler memnun değillermiş. Şikâyetlerini Enerji Bakanı’na iletmişler. Brüt yüzde 2.33 olan kâr marjının düşük olduğunu, kâr edemediklerini ifade etmişler. Dolayısıyla şirketler marjların yeniden gözden geçirilmesini talep etmişler. Radikal Gazetesi’nde ise daha ilginç bir haber vardı. “Özelleştirilen 10 dağıtım şirketinin tamamı kasasındaki parayla devredilmiş. Devletin devirlerde ‘kasada unuttuğu’ para miktarı ise 105 milyon 526 bin 14 lira. Özelleştirme İdaresi’nin ‘normal’ bulduğu bu işlem önce TBMM , sonra da Sayıştay tarafından mercek altına alındı.

Sayıştay, ihalelerin tamamında inceleme başlatılması için TEDAŞ’a talimat verdi. Bu kadar yüklü meblağın kasada ‘unutulduğu’ mu, yoksa ‘kasıtlı’ bir şekilde mi bırakıldığı araştırılacak.“ Çeşitli yazılarımda değindim. Özelleştirme yapılırken, sadece fiyatı esas alan yaklaşım sergilenince, sonuç budur. Özelleştirmenin temel hedefi, ekonomide verimliliği artırmaktır. Amaç devletin kasasına para koymaktan çok şirketin ekonomiye kazandırılması olmalıdır. Kasadaki bu kadar para, şirketlerin özelleştirme bedeli hesaplanırken hesaba katılmış olması gerekmez miydi? Sayıştay denetimi sonucunda konu aydınlığa kavuşacak. Ancak, Enerji Bakanı’na gelir sıkıntısı olduğunu söyleyen şirketler, bu kadar parayı Hazine’ye geri öderler mi göreceğiz. Dağıtım özelleştirmelerinde gelinen aşamadan iki taraf da sorumlu. Çünkü anlaşılan dağıtım şirketini alanlar bu kadar yüksek fiyat teklif ederken, kâr marjlarını doğru hesap edememişler. Buna karşılık özelleştirmeye karar verenler, ihaleyi yapanlar da sadece fiyatın büyüklüğünü göz önüne almışlar. Şirketler bu marjlarla çalışır mı diye düşünmemişler. Şimdi ihaleden sonra, şartları değiştirmeyi konuşuyorlar. Dağıtımdan daha önemli olan elektrik üretim santrallarının özelleştirilmeleri de aceleye getirilmemeli. Özelleştirme İdaresi, EPDK ve Enerji Bakanlığı, eğer gerekiyorsa, özelleştirmeden önce enerji sektörünü yeniden ele almalı. Yapısal sorunları gidermeli. Bütçe açığını azaltmak için değil, enerji sektörünün geleceğini şekillendirmek için özelleştirme yapılmalı.

LİBOR SKANDALI SONRASI LONDRA
Krizler; iyileştirilemeyen, gizlenmeye çalışılan hastalıkların ortaya çıktığı dönemlerdir. Hangi nedenle olursa olsun zamanında müdahale edilmeyen, büyüyen sistemik aksaklıklar, böylesi ortamlarda içinden çıkılması zor sorunlara dönüşür. Sonuç, sürdürülemeyen yapıların değişimine yol açar. Bu bağlamda 1980’li yılların başından beri dünyanın en önemli finans merkezi olan Londra, son yaşanan LİBOR skandalından sonra finans dünyasındaki yerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Dünya saat diliminin ortasında olan şehrin finans mahallesi The City’de “güneş batmaz”. Biliyorsunuz, Doğu’da gece olunca Londra’ya yatırılan para, Batı’da piyasalarda değerlendirilir. Batı’da gece olunca da tekrar yerine gönderilir. Her iki taraftan da komisyon alınır. Bu nedenle Londra’daki bankaların kendi aralarında uyguladıkları faiz (LİBOR) birçok işlemde kullanılır. Örneğin, 800 trilyon dolarlık dünya türev piyasasında faizli işlemlerin çoğu LİBOR üzerinden yapılır. Ancak, değil 22 milyar, 220 milyar dolarlık ceza verilse de, bankacılık bir güven müessesesi olduğu için, kredibilite böylesine sarsıldıktan sonra, sorun parayla halledilemez. Buna bir de, AB’nin Euro Bölgesi üyelerinin kıskançlıklarını ekleyin. Almanya ve Fransa’nın güç savaşlarını katın. Londra’nın eski yerini ve önemini koruyabilmesi için çok can yakıcı adımlar atması gerekiyor.