Advertisement

Gündemde yine "bürokratik oligarşi" konusu var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çağdaş demokrasinin olmazsa olmazı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yürütmeye yarattığı sıkıntılardan söz ederken, bürokrasinin siyasilere engel çıkardığını söylemiş.
Benim öğrencilik yıllarımda bazı sol gruplar, "İktidarda bir avuç zorba, oligarşi" diye slogan atardı. Gördüğüm kadarıyla artık sözü dinlenen bürokrasi bile kalmadı. "Eskiden var mıydı?" derseniz. Sadece 1991-2002 arasındaki koalisyonlar döneminde, yapısal sorunlar nedeniyle, ekonomi bürokrasisinin sözü biraz daha fazla dinleniyordu diyebiliriz. Ama sözü geçiyordu demek yanlış bir değerlendirme olur.
Anladığım kadarıyla bürokrasi, inşa edilecek şehir hastanelerinin finansman modeline direniyor. 2013 yılı programında "Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) Uygulamaları" başlıklı bölümde 19 entegre sağlık kampusu projesinin varlığından bahsedilmektedir. Hükümet kredi arayan özel sektöre, hizmet satın almalarda bir tür Hazine garantisi vermek istiyor.
Böylelikle bütçede yatırım ödeneklerini az göstermek amacıyla bazı yatırım harcamalarını bütçe dışına çıkarıyor. Aynen görev zararı uygulamasında olduğu gibi. Geçmişte görev zararından kaynaklanan borçlar, devlet muhasebesinde gösterilmediği için kamuoyunun dikkatinden kaçmıştı. Şimdi KÖİ ve YİD'lerde benzeri bir yapı gündeme geliyor.
Kuvvetler ayrılığı burada etkin olarak çalışmalı ve ileride oluşacak zararın neresinden dönülürse dönülsün faydalı olacağı bilinmeli. Çünkü benzeri olaylar kriz yıllarında ekonomiye büyük yükler getirdi.

GEÇMİŞTEN BİR ÖRNEK
5 Nisan 1994 kararlarının alındığı günlerde, istikrar tedbirleriyle tarım satış kooperatiflerinin destekleme alımları sınırlandırılmıştı. Bir süre sonra dönemin hükümeti, çay ve pamuğa destek vermek istedi. Sonradan siyasete giren, dönemin "cin fikirli" bürokratları, hükümete bütçe yerine TC Ziraat Bankası kaynaklarını gösterdiler. Kooperatifler devlet adına alım yapacak, TCZB ödeyecek, oluşacak görev zararı da Hazine tarafından bütçeden ödenecekti.
Sayıştay Raporu'nda konu şöyle özetlenmiş. "Kütlü pamuk desteklemeleri için Ziraat Bankası tarafından çiftçiye 1993-1996 tarihleri arasında 4.7 trilyon (bugünün parasıyla milyon) lira prim ödemesinde bulunulmuştur. Söz konusu ödemeden kaynaklanan borç karşılığında Hazine, bankaya toplam olarak 12.3 katrilyon (şimdiki milyar) liralık ödeme yapmıştır." Diğer bir deyimle, üreticilere yapılan ödeme 315 milyon dolar, Ziraat Bankası'na yapılan ödeme ise 12 milyar dolar. "Yani, 1993 yılında üreticiye ödenen 1 dolarlık destekleme primi karşılığında 2001 yılında bankaya 38 dolar ödenmiştir." Hiç unutmam, Hazine'deki bir grup arkadaş, pamuk destekleme ödemesinin kamu bankası üzerinden yapılmasına karşı çıkmış, paranın doğrudan bütçeye konulmasının daha yararlı olacağını söylemiştik. Dönemin şartları sonucu sözümüz dinlenmedi. Karar alıcılar, demokraside halka
hesap verenin siyasiler olduğunu bize uygun bir dille(!) hatırlattılar. Doğruydu. Ancak, halk hesabı 2001 krizinden sonra sordu. Yani bütçeden "1 'e 38 ödeme" yapıldıktan sonra. Halbuki çağdaş demokrasilerdeki "kontrol ve denge mekanizmaları" bizde de tam olarak çalışabilseydi, sorun erkenden çözülebilirdi. O zaman keşke "bürokratik oligarşi" olsaydı da halkın sırtına bu kadar yük yüklenmeseydi.


Not: Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü, reel kurlarla ilgili bir çalışmasında TL'yi en değerli para olarak değerlendiriyor. Fitch'in kararını ironik buluyor ve geleceğe yönelik öngörülerde
bulunuyor.
http://www.iie.com/publications/interstitial.cfm?R esearchID=2277