Advertisement

Japon Merkez Bankası’nın son kararından sonra gözler ECB’deydi. FED’in başlattığı genişlemeci para politikasının etkisi merak ediliyordu. Draghi son basın toplantısında Euro’nun değerlenmesini dikkatle izlediklerini söyleyerek rahatsız olduklarının işaretini verdi.

Gelişmiş ülke merkez bankalarının bu tavrından gelişmekte olan ekonomiler çok rahatsız. Piyasanın kuralları işliyor. Arzı artan dövizin fiyatı, kur düşüşe geçiyor. Böylelikle ürettikleri mallar ucuzlamaya başlıyor. Onların ihracatı artarken, zaten kıt kanaat ihracat yapabilen ülkelerin işleri biraz daha zorlaşıyor. Bir yandan üretimde verimlilik, katma değer yaratma, teknolojik yeniliklere yatırım yapma gibi sorunlarla boğuşurken diğer yandan kurlarının değerlenmesi sorunuyla uğraşıyorlar. Büyüklerin başlattığı, her geçen gün genişleyen bir savaşın içine hızla çekiliyorlar.

REEL KUR VE ENFLASYON
Kur değerlenmesi reel kurlardaki değişimle ölçülüyor. Bilindiği gibi reel kur hesaplamalarında kullanılan eşitliğin payında içerideki enflasyon, paydasında dışarıdaki enflasyon ve nominal kur var. Diğer bir deyimle, kur değerlendi derken diğerlerinin yanı sıra, asıl olarak üç değişkene dikkat ediliyor. Türkiye’de reel kur değerlemesindeki ilk sorun sıcak paranın yarattığı nominal değerlenme. Yılbaşında 1.85 liraya eşit olan dolar, yıl sonunda 1.80’in altına düşüyor, payda küçülüyor. En az bunun kadar önemli olan diğer değişken enflasyon. Ticaret yaptığımız ülkelerdeki enflasyon, şimdilik yüzde 1-2 civarında. Bu reel kur formülünün paydasındaki diğer değişkenin de düşük olduğu anlamına gelir. Buna karşılık içerideki enflasyon yıllık yüzde 6-7 civarında. Yani formülün payındaki değişken büyük. Bu durumda temel matematik kuralları devreye giriyor ve formül büyümeye, reel kur değerlenmeye başlıyor.

İHRACATÇI, BANKACI ÇOK RAHATSIZ DEĞİL
Kurdaki değerlenmenin ihracatçıyı fazla üzmediğini söyleyebiliriz. Haklı olabilirler. Çünkü geçen yazımda da değindiğim gibi, ihracatta kullanılan girdilerin büyük bir kısmı ithal malı. Kurların bu seviyede olmasının doğal bir sonucu olarak, sadece petrol değil, birçok ara malı da ithal ediliyor. Çünkü ucuz. Buna bir de ihracat teşviklerini ve dahilde işleme rejiminden sağlanan avantajları da eklerseniz ihracatçıların durumu daha net anlaşılabilir. O zaman diğer rahatsız olabilecek kesimlere bakmak lazım. Dövizin değerli olması, bu kadar ithal girdi kullanan ekonomide sanayiciyi ve tüccarı rahatsız etmez. Onlar ürettikleri, sattıkları malları daha ucuza mal edebiliyorlar. Önemli olan ihracatta ve iç tüketimde sorun olup olmadığı. İç tüketimde hızlı artış, uçağın pistten havalanması istenmediğine göre, şimdilik sorun değil gibi. Buna karşılık, bol döviz düşük kur, bankaları ve döviz borçlanan şirketleri de rahatsız etmiyor. Hatta Merkez Bankası’nı bile. O da bankalar üzerinden uluslararası döviz rezervlerini tarihi seviyelere çıkardı. Tek rahatsız olan kesim, iş arayanlar. Özellikle eğitimli gençler. O zaman üretimi çoğaltmak için bizim de kur savaşlarını düşünmemiz gerekebilir. Ama bu öyle yazıldığı kadar kolay bir iş değil. Cari açığın bu kadar yüksek olduğu, reel kesimin döviz yükümlülüklerinin 135 milyar doları geçtiği, enflasyonla mücadelede diğer ülkelerle karşılaştırdığınızda yüksek olduğu bir ortamdayız. İhraç ürünlerimizin içinde yüksek teknolojiye dayalı ürünler çok az. Diğer bir deyimle, alternatiflerini hemen bulmak mümkün. Elimizdeki en önemli cephane döviz rezervleri. Onun da büyük bir kısmı bankalardan mevduat munzam karşılığı olarak alınan dövizler. TCMB’nin kendi parası değil. Kısacası, kur savaşları genişlerse bizim elimiz çok rahat değil.